Sınav günü gelip çatmıştı. Annesi küçük kızına; beyaz bluz ve kırmızı, fırfırlı bir etek giydirmiş, o lüle lüle sarı saçlarını özenle taramış karşısında biblo gibi duran güzel kızını dualarla okula uğurlamıştı. Okul bahçesinde 10-15 kişi sınavı bekliyordu. Türkay da onların arasına karıştı ama çocuklardan hiç birini tanımamıştı. Bu çocuklar, ilçeye bağlı köy okullarından geliyor olmalıydılar. Görevli öğretmen çocukları sırayla içeri aldı. Her çocuk bir sırada oturmak üzere öğrencileri yerleştirdikten sonra onların sınav belgelerini ve kimliklerini sıranın üstüne bırakmalarını istedi. Bu belgeleri kontrol ettikten sonra; tahtaya sınav süresini "Başlama:10.00 Bitiş: 12.00” olarak yazdı. İki saat içinde soruları yanıtlamaları gerektiğini onlara hatırlattı. Sınav, Türkçe ve Matematik olmak üzere iki bölüm olarak verilmişti. Türkay, önüne konulan sorulardan önce Türkçe bölümünü yanıtladı. Sonra da matematik sorularını yanıtlamaya başladı. Fakat hiç öğrenmediği bir, iki soruyu çözememişti. Diğerlerinin ise doğru olduğundan emindi. Daha doğrusu sınavı genel olarak iyi geçmişti. Öğretmen, sınavın bitmesine 5 dakika kaldığını, bitirenlerin arkalarına yaslanıp beklemelerini söylemişti. Saat tam 12.00 olduğunda da görevli öğretmen, cevap kâğıtlarını toplayıp, çocuklara sınav sonuçlarının adreslerine posta yoluyla geleceğini söylemiş ve hepsine başarılar dilemişti... Küçük kız, üstündeki bu büyük yükü bırakmanın rahatlığı içinde eve doğru yürüyordu. Eve geldiğinde, annesinin sabırsızlıkla onu beklediğini fark etti. Annesine sarılıp: “Anneciğim, merak etme sınavım çok iyi geçti. İnşallah kazanırım, sonuçlarımız postayla eve gelecekmiş. Annesi ve ablaları da bu habere sevinmişlerdi. Küçük kardeşlerinin göstermiş olduğu büyük çabanın boşa gitmeyeceğine onlar da canı gönülden inanıyorlardı. Günler sessiz sedasız geçiyordu. Ama gelin görün ki Türkay'ın gözüne uyku girmiyordu. Aklında yalnızca sınav sonuçları vardı. Kapıda pencerede postacının yolunu gözler olmuştu... Beklenen gün gelmişti galiba. Kapı uzun uzun çalıyordu. Küçük kız, elindeki her şeyi yere fırlatıp kapıya koştu ve kapıyı açtığında da postacı ile burun buruna gelmişti: “Anneciğim..! Anneciğim..! Postacı..!” diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Annesi de kapıya koşmuş, postacının uzattığı kahverengi resmi zarfı alması ile açması bir olmuştu. Mektubu okuması için kızına uzattı. Türkay, Maarif Müdürlüğü'nden gelen bu mektubu yüksek sesle okumaya başladı: "Yatılı Bölge Kız İlköğretmen Okulu sınavını kazandınız, velinizle Eylül ayının ilk hafta başında, okulda hazır bulununuz." Allahım..! Yaşasın..! Yaşasın..! Kazandım..!" diye bağırıyordu küçük kız. Evde bir bayram havası esmişti, sevinçten herkes birbirine sarılıyor, küçük kızı kutluyor, şapur şupur öpüyordu. Bu arada postacı da böyle güzel bir haber vermekten çok memnun olduğunu söylemiş, hepsini tebrik etmişti. Şükriye Hanım, postacıya teşekkür edip bahşiş de vererek uğurlamıştı. Türkay sonsuz derecede sevinmiş, sevincinden hoplayıp zıplıyor, mutluluğunu uçan kuşlarla, çiçeklerle ve önüne gelen herkesle paylaşıyordu... Mutlu haber ailenin tüm fertleriyle paylaşıldı. Sıra, 2. bir sınav için Trabzon'a gitmeye gelmişti. Eylül ayının başında okulda olmalıydılar. Fakat küçük kızı okula kim götürecekti? Babası ve öğretmen ablası çalışıyordu. Öteki kardeşleri okul çağındaydılar. Geriye annesi kalıyordu. Yani onu annesi götürecekti. Esasında okulla ilgili hiçbir bilgiye sahip değildiler. Bildikleri; okulun adı, Trabzon iline bağlı bölge yatılı okulu olmasıydı. Şükriye Hanım, yapılacak çok şey olduğunu biliyordu. Büyük kızını da Trabzon'a götürmüştü ama, onun ki hem yatılı okul değildi hem de daha büyük ve gösterişli bir kızdı Leyla. Onu iyi bir ailenin yanına yerleştirip, dönmüştü... Şimdi de küçük kızını okuluna yerleştirecekti. İlk yapılması gereken; bir bavul ve kullanacağı çamaşırların alınmasıydı. Bir akşam, babası elinde cevizden yaptırdığı bavulla gelmişti. Küçük kızın ilk defa kendine ait bir bavulu olmuştu.
Babasına çok teşekkür etti, boynuna sarılıp öptü. Babası da buruk bir şekilde kızını kucaklayıp, onu öptü. Annesi ise kızının ihtiyacı olan çamaşırları, (pijama, gecelik, çorap, terlik ve üst baş) alıp, güçlerinin yettiğince kızını donatmıştı... Hazırlıklar tamamlanmış, yolculuk zamanı gelip çatmıştı. Artık kuş yuvadan uçuyordu. Aslında çok hüzünlüydü bu durum. Türkay, 5 kardeşin kızlardan en küçüğü idi. 11 yaşındaydı. Diğer kardeşlerinin en nariniydi. Evde ondan, pek iş falan istenmezdi. Çünkü önünde ablaları vardı. Bu nedenle hep arka planda kalmıştı. En önemlisi, oradaki sınavları kazabilecek miydi? Ya da daha önemlisi, yatılı okulu başarabilecek miydi? Bunların şimdilik cevabı yoktu. Ancak yaşanarak öğrenilecekti. Türkay, aile fertleri ile vedalaştı. Hiçbir şey hissetmiyordu. Esasında gurbet nedir bunu bilmiyordu ki yavrucak...
Babası Mahmut Bey, annesi ile küçük kızını arabaya bindirdi. Bu arada yolcular arasında aynı okula giden, bir baba kız da vardı. Demek ki sınava girenlerin içinde sadece iki kişi kazanmıştı. Aynı arabada yolculuk etmeleri güzel bir tesadüf olmuştu doğrusu. Herkes yerine yerleşmişti. Araba hareket ettiğinde küçük kız annesiyle, babası ve ablasına el sallamış, gözden kaybolana kadar onlara bakıp kalmıştı. Ana kız, kendi içlerindeki düşüncelere dalarak sessiz sedasız yolculuklarını tamamlamaya çalışıyorlardı. Araba mola verdiğinde ise, Ahmet Bey ve kızı ile aynı masada çay içmişler, büyükler sohbet etmişler, çocuklar ise suskundu. Ne konuşacaklardı ki, bilinmezlik içindeydiler, bu nedenleydi suskunlukları... Yolculuk bitmişti bile. Okul, transit yol üzerindeydi ve arabanın muavini onlara okula yaklaştıklarını, hazırlanmaları gerektiğini söylemişti. Zaten hazırdılar, o an sanki bir rüzgara kapılmış gibi bir duygu içindeydi küçük kız. Hareketleri kendi iradesi dışındaydı adeta... Araba durmuş, muavin bavullarını bagajdan çıkarıp onlara teslim etmiş, işi bitince de arabaya atladığı gibi, onları öylece yolun üstünde bırakıp yollarına devam etmişlerdi. Yolun sağında inmişlerdi. Okulun girişi ise yani nizamiye kapısı sol taraftaydı. Hepsi birden karşıya bakıyorlardı. Türkay, annesinin elini sıkarak: “Anneciğim, bak giriş kapısının üstünde Beşikdüzü Kız İlk Öğretmen Okulu yazıyor. O kapıdan gireceğiz,” dedi, ama hem korkmuş hem de heyecanlanmıştı. Annesi: "Tamam canım,” demişti. Ahmet beylerle beraber, bavullarıyla karşıya geçmişlerdi. Kapıdaki görevli bey, dışarı çıkmış onları bekliyordu. Okula geldiklerini anlamıştı. Çünkü orada, sadece okula gelenler inerdi arabadan. Yetkili, önce velilerin sonra da çocukların kimliklerini almış, onlara okul alanında serbestçe dolaşabilecek, üstünde adları yazılı kartlar vermişti. Yurdun her köşesinden gelen sınav kazanmış çocuklar, yalnız değildiler. Yanlarında anneleri, babaları ya da ablaları vardı. Her taraf tıklım tıklım doluydu... Okul idaresi tarafından yapılan bir anonsla velilerin, oturacakları alanlar, yemek saatleri ve yatacakları yerlerle ilgili bilgiler verildi. Herkes yapılan anonsu dikkatlice dinleyerek kendini yönlendiriyordu. Herkes, yemekhane, yatakhane ve park arasında gezip duruyordu. Ta ki, yapılan anonsta: "3 gün içinde yemekhane binasında, tüm öğrenciler yazılı sınava alınacaklar. Sınav günü ve saati ayrıca bildirilecektir, denilmişti. Ayrıca bu zaman içinde öğrenciler ve veliler misafirimizdir." Anonstan sonra bahçede bir alkıştır kopmuştu. Türkay da annesine sokularak: “Anneciğim, sınav yapılacakmış. İnşallah kolay sorarlar, demişti. Küçük kız esasında sınavdan falan korkmuyordu. Onu korkutan çevredeki kalabalıktı. Annesi: "Hiç korkma canım, her şey bir hafta içinde bitecek. Burada sadece senin gibi kızlar kalacak. Sen de onlarla güzel güzel konuşacak ve onlarla arkadaşlık yapacaksın." Küçük kız, annesinin bu sözleriyle birden canlanmış, gözlerinin içi parlamıştı. "Sahiden mi anneciğim?" demişti. Sonra da tüm neşesi yerine gelmişti. Annesi ile geziyor, parkta oturup sohbet ediyorlar, yemekhanede yemeklerini yiyip, akşam olunca da yatmak için yatakhaneye gidiyorlardı...
Sabah olduğunda kahvaltı için yemekhaneye gelmişlerdi. Salon tıklım tıklım doluydu. Onlar da kendilerine bir yer bulup oturdular. Tam o sırada mikrofondan: “Dikkat..! Dikkat..! Yarın öğrenciler saat 10.30'da bu salonda sınava alınacaktır. Afiyet olsun.” diye bilgi verilmesin mi? Kahvaltı sanki herkesin boğazında kalmıştı. Ama başka çare yoktu. Anne kız kahvaltılarını yaptıktan sonra, parka gidip oturdular. Annesi küçük kızını koltuğunun altına alarak, ona öğütler veriyordu. Fakat sınavdan sonra eve döneceğini ona söylememişti. Küçük kızının sınavda, endişeye kapılıp, aklı karışabilirdi. Doğru da yapmıştı. Ama kendisi, düşünüp duruyordu. Bu kadar insanın içinde küçük kızı yalnız başına ne yapacaktı? Endişeleri vardı ama hem okula hem de kızına güveniyordu. Şükriye Hanım, öğleden sonra Ahmet Beyle notere gidip kendisine vekalet vermişti. Başka zaman yoktu. Türkay sınavları kazanırsa, okulla yapılacak sözleşmeyi onun yapmasını Ahmet Beyden rica etmişti. İşte bu nedenle, çarşıya gidip, bu vekaletnameyi çıkartmışlardı. Eğer kızı sınavı kazanamayıp eve dönmesi gerekirse, yine Ahmet Bey kızını eve kadar getirecek onlara teslim edecekti. Ahmet Beyin göstermiş olduğu bu iyi niyet, Şükriye Hanımı çok rahatlatmıştı. Kendisine sonsuz teşekkürler, etmiş, bu iyiliğini hiç unutmayacağını söylemişti. Küçük kızını ona emanet etmişti. Ahmet Bey: "Gözünüz hiç arkada kalmasın, elimden gelen her şeyi yapacağım, bundan emin olabilirsiniz hanımefendi," demişti. Şükriye Hanım, biletini almıştı. Kızı sınavdan çıktığında o da gidecekti. Sabah, kahvaltılarını yaptıktan sonra birlikte parka gidip sarmaş dolaş oturdular. Sınav saatini bekliyorlardı. Tekrar anons yapıldı, çocuklar salona çağrılıyordu. Annesi küçük kızını sımsıkı kucakladı, öptü ve ona başarılar dileyip kapıda onu bekleyeceğini söyledi. Küçük kız, annesinden büyük bir güç almıştı. Diğer çocuklarla birlikte sınav salonundan içeri girdi. Burası, çok amaçlı kullanılan yemek yedikleri salondu. Öğretmenler, öğrencileri uzun masalara mesafeli olarak yerleştirmiş, önlerine konulan soruları yanıtlamaları için 2 saatleri olduğunu söylemişti. Bu arada, Ahmet Beyin kızı Emine de Türkay'ın yanındaki masadaydı. Salonda çıt çıkmadan herkes soruları yanıtlamaya başlamıştı. Veliler, çocukları içerde ter dökerken onlar da dışarıda onların başarıları için dua ediyorlardı. Nihayet sınav bitmiş, yanıt kağıtları toplanmıştı. Öğrenciler çıkmadan öğretmen: “Çocuklar, biliyorum sınav sonuçlarını merak ediyorsunuz. Sonuçlar 2 gün sonra bildirilecek, Bu sınavı başaranlar okulda kalacak, diğer öğrenciler, velileriyle evlerine geri dönecekler ve sınavı kazanan çocuklar tekrar öğretmenlerden oluşan bir kurul tarafından sözlü sınava alınacak. İşte bu sınavı da başaran çocuklar bu okulda okumaya hak kazanmış olacaklardır,” dedikten sonra öğrencileri dışarı çıkardılar. Dışarı çıkan çocukların velileri, yavrularını görünce onları kapar gibi kucaklayıp bir kenara çekiyorlardı. Bu arada Şükriye Hanım ve Ahmet Bey de kızlarını görünce, onlara sarılıp: "Ne yaptınız bakalım, sınavınız nasıl geçti?” diye sordular. Emine pek sessizdi. “Yavaşça iyi geçti,” dedi. Türkay, benimki de iyi geçti ama öğretmenin söyledikleri karşısında biraz sıkılmıştı. Bu sıkıntısını annesine anlattı: “Anneciğim, sınavı kazananlar burada kalacak, kazanamayanlar evlerine döneceklermiş. Ayrıca, kazananlar öğretmenler kurulu karşısında sözlü sınava alınacaklar ve bu sınavı kazanan çocuklar bu okulda okumaya hak kazanacakmış. Bu iş ne zor işmiş böyle...” Şükriye Hanım, kendinden çok emin bir şekilde: “Canım kızım, kolay mı öğretmen olmak, tabi ki sizi iyice inceleyecekler, sonunda bir karar verecekler. Buraya kadar kendi başarınla geldin, sınavım iyi geçti diyorsun, hiç merak etme. Kazanırsan, sevineceğiz. Fakat kazanamasan da üzülmeyeceksin. Önünde başka okullar da var. Her şey bitmiş değil yavrum. Bak güzelim, ben bugün eve dönüyorum, sen sınavları kazanırsan, Ahmet amcan, sözleşmeni yapacak. Kazanamazsan seni bize getirecek. Sen, onlardan ayrılma, olur mu güzel kızım?”
Küçük kız, annesinden büyük bir görev almış gibi: "Peki anneciğim, başaracağım, sizi mahcup etmeyeceğim,” dedi. Annesinin kucağına atladı ve sarılıp öpüştüler. Ahmet Bey, Emine ve Türkay annesini yolcu ettiler... Artık bekleme zamanıydı. Küçük kızda uyku falan yoktu. Sınav sonuçlarına odaklanmıştı. İki gün geçmişti bile. Tüm öğrencilerin ve velilerinin yemekhanede toplanmaları isteniyordu. Türkay'ın içi cız etmişti. Şimdi her şey belli olacaktı. O küçücük yüreğine bir üzüntü, bir mahzunluk çökmüştü, küçük kızın. Bu çok önemli bir andı. Bu anın ağırlığını kaldırmakta zorlanıyordu. Herkes, annesi, babası ya da yakınlarıyla salondaydı. Ama o yalnız başınaydı. Hafif bir ürperti geçirmişti, sonra silkelenip kendine geldi. Hani annesi giderken hiç üzülmemiş, ona da söz vermişti. Çünkü onun bir amacı vardı. Bu okulda okuyabilmek için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Yaptı da. İnşallah sevinirdi... Görevli öğretmen, elinde bir tomar kağıtla sahneye çıktı ve mikrofonu eline alarak: “Sayın Veliler ve Sevgili Yavrularım, elimdeki kağıtlarda sınavı kazanmış olan öğrencilerin isimleri var. Onları sırayla okuyacağım. Adlarını okuduğum öğrenciler okulda kalacak, diğerleri evlerine geri dönecektir.” Koskoca salonda çıt çıkmıyor, herkesin kalbi küt küt atıyordu... İsimler okunmaya başladı. İsimlerini duyanlar, sevinç çığlıkları atıyordu. Ya, Türkay, yanında Emine salonun en arkasında ayakta kürsüdeki öğretmeninin ağzından çıkacak adını bekliyordu. Fakat ismi bir türlü okunmamıştı. Heyecanı daha da arttı, soğuk soğuk terlemeye başlamıştı. Ne yapacağını bilmez durumdaydı, neredeyse liste bitmek üzereydi. Tam o güzel başını önüne eğmişti ki..! Öğretmenin "Türkay Koç" demesiyle, havalara zıplaması bir oldu. "Yaşasın..! Yaşasın..! Kazandım..!” diye avaz avaz, bağırıyordu. Mutluydu çok mutluydu, küçük kız. Fakat o an yanında mutluluğunu paylaşacak hiç kimsenin olmaması yıkmıştı yavrucağı. O küçücük yaşta hayatının sorumluluğunu yüklenmişti. Kazananlar listesi bitmek üzereydi, Müdür bey son ismi de okuduktan sonra, kazananları tebrik etti. Kazanamayanlara da üzülmemelerini, tahsil hayatlarında başarıyı bulacaklarını belirtmişti. Müdür Beyin konuşması biter bitmez, salonda da kızılca kıyametin kopması bir olmuştu. Sınavı kazanamayan kızların feryatları yürekleri dağlıyordu. Türkay, bu manzara karşısında şaşkına dönmüştü. Doğrusu bu kadar büyük üzüntü ile karşılaşacağını beklemiyordu. Adeta sevinci kursağında kalmıştı. Kader birliği yaptığı bu kızların feryatları, hatta saçlarını başlarını yolmaları onu çok üzmüştü. Onlar şimdi buradan ayrılacaklar, kim bilir belki de başka bir okula gidemeyeceklerdi. Çünkü bu okul yatılı bir okuldu ve de devletin himayesinde burada 6 yıl okuyacaklardı. Türkay, bu manzarayı ömrü boyunca unutmayacağını çok iyi biliyordu. İşin garibi annesinin onu emanet ettiği Ahmet Beyin, kızı da sınavı kazanamamıştı. Ama Ahmet Bey onu kutlamıştı. Zaten Emine de pek üzülmemişti. Babasına daha da sokulmuş, sanki kazanamadığı için sevinmiş gibiydi...
(Devamı gelecek sayıda)
Türkan Karakoç
YILIN FİLMİNİN BAŞROLÜ MİCHELLE YEOH'A CANNES'DAN ÖDÜL
Dünya edebiyatında dergiler genelde bilimsel bir kimlik ile ilk varlıklarını göstermiştir.