NE FARKEDER PEMBESİ YA DA MAVİSİ? SEN OYUNUN DİLİNİ BİL YETER
Alışveriş merkezlerinde, oyuncakçılarda, çocuk parklarında, okullarda, atölye ve eğlence merkezlerinde gezdiğimizde yetişkin olarak kafamızda bazı şekillendirmeler ve etiketlendirmeler yaparız. Gerek oyunların oyuncakların niteliklerine göre, gerek renk ve şekillerine hatta gerekse o oyuncakla kurulacak oyunun içeriğine göre şablonlarımız ve öğretilerimiz var yetişkin bilişsel düşünce sistemimizde.
Ama bu şablonlarımızın market stratejisi olduğunun farkında olmadan içimizde bazı kuşkular oluşur çocuklarımızın fiziksel ve psikolojik gelişimleri ile ilgili. Bazılarımız pembe renk içeren oyuncaklar oynayan erkek çocuklarının daha az maskülen yetişeceğinden endişelenirken, bazılarımız inatla kızlarımızı pembeden ve onun sahte prenseslik mertebesinden uzak tutarsak cinsiyet eşitliğini sağlamış olacağımıza inanırız. Eğitim, sosyo-ekonomik altyapı, iş hayatı, yaşam kalitesi, yaş vs. gibi hiçbir değişkenin etkileyemediği tek şey ise ebeveynlerin kendi içlerinde çocukları için hep iyiyi istemeleridir.
Durum bu olunca bir çok karmaşık duygunun ve kuşkunun bize eşlik etmemesi de imkansız.
Ancak bu kez bir çocuğun gözünden bakalım istiyorum bu konuya ve oyunun dilinden konuşalım.
Bilişsel düşünce yapımızı bir kenara kilitleyip duygusal zekamız ile konuya odaklanalım hep beraber.
Devasa büyüklükte yaşlı ve gururlu bir ıhlamur ağacının altında ağacın içinden geçtiği, kapısından sadece çocukların sığacağı sıcacık mor ve yeşil renklerden oluşan bir ağaç ev düşünelim.
Ev nedir bir çocuk için? İçinden asırlık canlı bir ağaç gövdesinin geçtiği, küçücük kapıları ve pencereleri olan içi de gerçek hayattaki evimizdeki malzemelerin minyatürleri ile döşenmiş bir ev hayal edelim haydi hep birlikte.
Yetişkinken hayal etmek bile bazen zorlar bizi, gözlerimizi kapatırız sözcükleri canlandırmaya çalışırız beynimizde, öğrendiğimiz mor rengi, bildiğimiz ıhlamur ağacını getiririz gözümüzün önüne önce. Sonra heyecan kaplar içimizi, gördüğümüz imgeye ısınıverir, bilişsel taraftan duygusal kısma geçeriz farkında bile olmadan. Çünkü o imge duygularımıza dokunmuştur, çocukluğa geçeriz sevinir ay ne kadar güzel der sevinçle içine girmek isteriz bu evin hayalimizde…
İşte çocuk olmak düşünmeden an’da olmak demektir. Gördüğümüz duyduğumuz şeyin alt metinlerini okumak yetişkinliğe özgüdür. Oyunun içinde olmak demek, duygularımıza teslim olup o oyundan alabileceğimiz her şeyi almak demektir. Çocuklar kız-erkek ayırt etmeksizin bu ağaç evin içine girdiklerinde bir anda bir evcilik oynamaya başlarlar. Çünkü oyun ihtiyaçtır. Nasıl yemek yemek, eve gitmek, uyumak, bebek sevmek, oturmak hayatın cinsiyetsiz alanlarında ise, evcilik de öyledir çocuk için. O evde mutfağa gider, yemek yapar çocuklar, yetişkinliği tanımlarlar içlerinde. Oynayarak öğrenirler, eğlenirler, sabrederler, hükmederler… Mutfağın pembe ya da mavi olması bizim sorunumuzdur, sistemin, marketin, yetişkinlerin dünyasının.
Ya da kız bebeklerle oynamak sadece kızların değil, erkeklerin de işidir. Düşünsenize bir canlıya aktarım yapmayı daha iyi nasıl öğrenebilir bir çocuk? Bir bebeği sevmesinden daha önemli ne olabilir ki? Bebeğin pembe olması mı?
Gönül isterdi ki -ortayı bulabilmek için- tüm oyuncaklar cinsiyetsiz olsun, pembe ve mavi renkler hiç kullanılmasın. Ama renkler çocuklarındır, çocukları bir renge boğmamamız gerektiği gibi hiçbir çocuğu bir renkten de mahkum edemeyiz.
Çocuk insan olduğunu, bir toplumda yetiştiğini unutmamalı, hep hatırlamalı, bunun için de her çocuk her oyuncak ile eşit şekilde oynayabilmeli…
Oyuncakların çocuklara empoze edeceklerinden çok, oyunların çocuklara öğrettiklerine odaklanalım. Unutmayalım oyun bir terapidir!
Oyun ve oyuncakların rengarenk dünyasında kaybolmak dileğiyle…
Oyunla ve sevgiyle…
Ezgi Ökse
Oyun Terapisti
www.ezgiokse.com