Penceremi yavaşça açtım. Dışarısı bir hayli soğuktu, hâlbuki içerisi de bir o kadar sıcaktı. Gökyüzü krem şanti gibi köpük köpük ve bir süt kadar yoğundu. Akıp giden beyazlık içinde ara sıra biraz mavilik seçiliyordu. Çok nadir de olsa güneşi görebiliyordum ama hava o kadar soğuktu ki güneşin sıcaklığını bastırıyordu. Tahminime göre günbatımı çoktan başlamıştı. Derin derin nefes aldıktan sonra pencereyi kapattım. İçeriye hava akışı kesilmiş, sıcaklık yeniden kendini hissettirmeye başlamıştı.
Günün yorgunluğuyla birlikte çalışma masama oturduğumda hava kararmıştı ve masa lambam; üst üste duran dosya, bir kaç belge demeti ve önemi tartışmaya açık birkaç kâğıdı cılız ışığıyla aydınlatıyordu. Hangisinden başlayacağıma karar vermek için özensizce üstekini alta koyarak kâğıtlara göz gezdirdim. Önem arz edebilecek hiçbir şey yoktu. Dosyalardan birinin hacminden dolayı ağır olabileceğini düşünerek ağır bir şey kaldırır gibi kaldırmaya çalışınca olabilecek en kötü şey oldu. Aklımdan geçen tek şey ise mesai saatimin uzayacak olmasıydı. İşime bir de dosya düzenleme işi eklenmişti. İçimden oturup ağlamak geçtiyse de her zaman yaptığım gibi göz torbalarımı şişirsin diye gözyaşlarımı içime içime akıttım. Bunu yapmak insanı dışarıya karşı güçlü gösteriyordu fakat fazla su bitkiyi çürüttüğü gibi insanın içini de çürütüyordu.
Kaç yıldır kullanılmadığı üstündeki tozlardan hesaplanan dosyalardan biri masamın üstünde her bir parçası başka bir yere dağılmış şekilde dururken; akıldaki her şeyi silecek kadar şaşkına uğratacak bir zarf en üstte durmaktaydı. Onu bu kadar şaşırtıcı yapan ise üstünde yazılı olan isimdi. Üstünde ismimle birlikte parantez içinde herkesin bildiği fakat sadece annemin o şekilde seslendiği takma adım da yazılıydı. Bu isim doğumumu gerçekleştiren doktorun ismiydi. İsmim belli olmasına rağmen doktor doğumda kendi ismini verince annem doktora duyduğu minneti ödemek için bana her zaman böyle seslenmişti.
Her şeyden önemli olan ise bu zarfın neden burada olduğuydu. Açmak için elim gittiğinde korku duygum ağır basmış ve açma işini ertelemeye karar vermiştim. Evde açsam daha iyi olurdu. Zarfı cebime koyup dosyayı toplamaya başladım. Her ne kadar aklım zarfta olsa da işleri bitirmeme engel değildi. Ara sıra yerinde mi diye kontrol ediyordum. Bir yere gitmesinden mi korkuyordum yoksa gitse rahat bir nefes mi alacaktım bunu bilmiyordum.
Kalktığımda güneş doğalı çok olmamıştı. Pencerenin önüne geçip esnedim. Dün çok yorulmuş olmalıydım. Bütün eklemlerim ağrıyordu. İşim bittikten sonra eve gelip hemen uyumuştum. O dosya yüzünden 1 saat fazla kalmıştım. Dosya beş yıl öncesi dâhil on yıllık bir bilgi yığını içeriyorken son beş yıldır yeni bir şey eklenmemişti. Belki de zarf dışında. Zarfı tamamen unutmuştum, cebimden alıp pencerenin önüne aynı yere tekrar gelmiştim fakat bu sefer oturuyor ve dışarıyı göremiyordum.
Küçük bir incelemeden sonra açmadan merakımın giderilmeyeceğini anladım. Bir kenarından yırtıp açtım. Kocaman sayfada tek bir beyit yazıyordu.
“Sen hayal et bir manzara,
Açılır penceren dünyaya.”
Saçma bir cümle için miydi bütün merakım. Hiçbir şey de anlamamıştım. Hayal kırıklığına uğradım. Her şeye rağmen camı açma isteği duydum. Dışarıdaki havayı hissetmesem de çok soğuk olduğunu görüyordum. Dikileli çok zaman geçmemiş olan ağaçlar hacı yatmaz gibi bir sağa bir sola yatıyordu ve pencere kapalı olmasına rağmen rüzgârın uğultusu kulaklarımı işgal ediyordu.
Ne kadar inanmasam da denemek istiyordum. Elimi pencerenin kulpuna koyarak hayal etmeye başladım; yıllardır yapamadığım bir tatil hayalim vardı, deniz kıyısında, havanın oldukça sıcak olduğu bir günde, bir tekne olsun. Binemeyeceğimi bilsem de orada olduğunu bilmekle yetinebilirdim. Belki bir oltam olurdu teknede. Hiç balık tutamayacağımı bilsem de varlığıyla yetinirdim. Deniz; içindeki canlıları gösterecek kadar berrak ve suyun üstünde tutacak kadar tuzlu olsun. Denizin ferahlatıcı hissini yaşayamasam da görmekle yetinirdim. Kıyıda birbirinden farklı deniz kabuğu bulunsun ama ayağıma batacak insanlardan kalan şeyler olmasın, orada yürüyemeyeceğimi bilsem de bakmakla yetinirdim. Güneşi cildimde hissederken bir yandan da rüzgâr hafifçe ferahlatsaydı.
Aklımdan bu düşünceler geçerken camı araladım ama bakmıyordum. Belki de kötü bir şakaydı hepsi. Gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım. Ne olursa olsun monotonlaşmış hayatımda hayalini kurmak bile güzeldi...
Ceyda Karabul
Açık Fikir Platformu Öğrencisi
Şehit Ömer Halis Demir Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi 11. sınıf