Beyoğlu semtini arkasına alan ve göğsünü Marmara’nın maviliğine ve boğazın ipek sularına dönen bir cami, Molla Çelebi Camii. Beyaz bir kuğu gibi boğazdaki balıkları, vapurları ve karşısına aldığı Kız Kulesi’ni selamlıyor bu cami. Beyoğlu’nda dinlenecek bir liman gibi asil bir şekilde sevenlerini bekleyen cami, bulunduğu semtin Fındıklı olması sebebiyle Fındıklı Camii olarakta biliniyor. Görkemli olmaktan ziyade sade bir zerafeti andıran bu cami adeta bizi yapıldığı döneme götürerek, zaman yolculuğu yaşatıyor. Keşke o dönemlerde olsaydık dedirten geleneksel mimarisi, modern mimarinin içerisinde dimdik ayakta duruyor.
TARİHÇE
Caminin ismini aldığı kişi yani bânisi, Anadolu kazaskeri Mehmed Vüsûlî Efendi’dir. Kayınvalidesi’nin divan şairi olması sebebiyle kendisine de Hubbî Mollası ya da Molla Çelebi denmektedir. Molla, büyük bilgin; Çelebi ise görgülü, kibar, zerafetli anlamına gelmektedir. Bu kadar güzel bir anlama sahip olan cami, adeta isminin vücut bulmuş halidir. 1589 yılında yapılan camii, birçok defa yangınlara maruz kalmıştır. 10 Ekim 1723, 6 Kasım 1724 ve 1 Mart 1823 tarihlerinde çıkan yangınlarda cami ve hamamın tahrip olduğu, 1843 yılında caminin tekrar yangın geçirdiği bilinmektedir. 18. yüzyıl içinde Tuğracı (Nişancı) Ömer Ağa camiyi, I. Abdülhamid ise (1789) cami, hamam ve çeşmeyi tamir ettirdi. 1 Mart 1823 tarihindeki yangından sonra cami yeniden onarılarak, mahfil de yenilendi. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1958’de yapılan restorasyonda camide aslına uygun olmayan yerler düzeltilerek camiye özgün sade mimarisi tekrar kazandırıldı.
MİMARİSİ
Yapının zerafetine bakarak bile yapan kişinin Mimar Sinan olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklarda Mimar Sinan’ın “yalın bir denemesi” olarak geçen camii, ihtişamını ne kubbeden ne minareden alır. İhtişamını, sadeliğin zarafetinden almaktadır. Mimar Sinan çok kullandığı bir taktik olan, altı destek ile şekillenmiştir. Kubbeyi altı adet kemer taşımaktadır. Ana kubbe kuzey yönü hariç beş yarım kubbe ile yanlara doğru genişletilmiş, mihrap önünde yer alan yarım kubbe ise diğerlerine oranla daha derin olduğundan mihrap bölümü dışarıya taşırılmıştır. Barok süslemelerin de yer aldığı bu camide, minarenin şerefesi de nasiplenmiştir. Minareye dıştan son cemaat yerindeki basık kemerli kapı, içten ise aynı doğrultudaki bir başka kapı ile çıkılmaktadır.
Camiin diğer camilerden farkı kütüphaneye sahip olmasıdır. Çeşitli kişiler tarafından kitap bağışı yapılarak kurulan kütüphanedeki 144 kitap içlerinde Reisülküttap Abdullahzâde, Molla Mehmed Çelebi Efendi ve Şeyhülislâm Hâmid Efendi gibi kişilerin vakfettiği kitaplar Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiştir. Döneminde matbaa kullanımının az olmasına rağmen kütüphanenin yapılması camiyi o dönemde ve bu dönemde de özel kılan bir husustur.
Camiin bir de hamamı vardır. Eskiden İstanbul’un en işlek çifte hamamlarından biridir. Planı itibariyle Ayasofya’nın karşısındaki Haseki Hamamı’na benzemektedir Yıkımından kısa bir süre önce sıcaklıkları birleştirilmiş, erkekler kısmının helâları ile kadınlar kısmının soyunmalığı ortadan kaldırılmış ve tek hamama dönüştürülerek klasik hüviyetini yitirmişti. Böyle güzel bir caminin hamamının artık kalıntılarına Topkapı Saray Müzesi’nde ya da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde rastlamaktayız. Kendi haliyle durmasını istemeyi temenni etsek de kalıntılarını bile görmek değerli bir hazine olduğunu bilmemiz için yetmektedir.
Beyoğlu’nun telaşasından sıkıldığınızda ya da Kız Kulesi’ni seyre dalarken arkasından sizi izleyen Molla Camii’ye uğramayı unutmayın. Çok yangınlardan sağ kalan camii, sizin için ayakta durmakta ve sevenlerini beklemektedir.
ELİF NUR AKBULAT
AÇIK FİKİR PLATFROMU
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ