Ekim 2020’de ilk kitabı raflarda yerini alan Aysun Ellidokuzoğlu ile yazma süreci ve ‘Bitemeyen’ romanı üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik…
Sizi okurken şunu çok merak ettim: Yazarken masa başında mı üretiyorsunuz yoksa bir hikaye toplayıcısı mısınız? Yürürken, izlerken dinlerken mi birikiyor?
Buna ben karar vermiyorum. Her hikâye kendisinin belirlediği şekilde ve şartta geliyor. Bazısı zaman istiyor, bir iki gün kendini yazdırana kadar peşinde dolanıyor, bazısı masaya oturana kadar gelmiyor. Benim en sevdiğim hiç ummadığım bir zamanda oturup bir şeyler yazmak, bana da sürpriz oluyor, bir başkasının hikâyesini okur gibi meraklı ve heyecanlı oluyor öylesi.
Aslında biraz da yukardaki soruya ek olarak okuma usulünüz üslubunuz nasıl oluştu? Bu sorunun kaynağı da romandaki şu sorular “Ben, bu kitapları okursam ne kadar ben olacağım. Benim hangi kısmımı benden alacak, söküp atacak bu bilgileri? Hangi kısmımı besleyecek, güçlendirecek?” Okuduklarımız bizim neyimizdir?
İlkokulda beş yıl kütüphane kolunda olmamla başladı kitap maceram. Okuyabildiğim ne varsa okudum. Küçük yaşlarda kafamı karıştıran birçok meseleyle tanıştım. Bunların bendeki yansıması kitaptaki kızın yaşadıklarından çok farklı oldu. “Ben ne kadar ben olacağım” kısmında kızın direndiği bir şey var; kendi olmak, kendi kalmak. Onun kendi diye bildiği tanıdık bir yer var ama bazısı o tanıdık yeri aramak için okur. Okuduklarımız bizimdir, kayıp kardeşlerimiz ya da kayıp çoraplarımız... Henüz yaşamadığımız hatıralarımız, bize yazılmış mektuplar... Okuduklarımız bizimdir yazanın değil.
Bloğunuzdaki bir yazıda “Evvela kendim okumak için yazıyorum.” demişsiniz, aynı zamanda başka bir yazınızda da “Yazarak kaydettiğimizde sanki ruhumuza bir damga, unutmaya müsaade etmeyen bir zorunluluk” diye eklemişsiniz. Bu soru klasiktir ama bir o kadar da cevaplar şahsına münhasırdır. İnsan neden yazar?
İnsan pek çok sebepten yazar, bana kalırsa evvela ifade etme zorunluluğundan, kendini ya da gördüklerini, susamadıklarını ya da sustuklarını. Blogda dediğime gelirsek, orada okur adına bir çeşnicibaşılık yaptığımı söyleyebilirim, sevdiklerimi paylaşıyorum, zehirli olanlar bana kalıyor.
Romanınızın adı neden Bitemeyen?
Bu soruya içinde bitemeyen bir sızlanma, bir özlem, bir tamamlanma arzusu, bir yas var diye kitabın adı da Bitemeyen oldu diyebilirim. Roman uzun süre bilgisayarımda “Bugün Defteri” olarak kayıtlıydı. Yazma sürecim uzun sürmese de yazıp bitirdiğim ve sonra geri dönüp tekrar gözden geçirdiğim tarihler arasında yıllar var. Bu süreçte dosyanın adını Bitemeyen olarak değiştirmiştim fakat yine de isimsiz bir kitap muamelesi yapıyordum. İsim arama süreci de neredeyse ilk cümleyi yazmak kadar zor. Bitemeyen’in kitabın ismi olduğunu son anda fark ettik.
Kahramanınızın sadece “o”na konuşmak isterken diğerlerine susması bir tercih fakat susmak zorunda kalması yine kendi tercihi mi oluyor? İnsan durduk yere susmak isteyebilir mi, susmak bir arzu olabilir mi?
Susması bir tercih, susmayı tercih etmesinin sebebi de tecrübe. Biz o duvara çok küçükken çarpıyoruz, o muhatap bulamama duvarına. O da yaşadığı ya da yaşayamadığı bir şeylerden dersini almış, susmuş. Zorunda kalmak meselesine gelirsek, zorunda değildi, sustu, çığlık atabilirdi, atmadı fakat gitmeyi istedi, susarak gitmek. Bunu da başaramayınca anlatmaya karar verdi. Bu tamamen bir tercih. İnsan durduk yere susmak isteyebilir ama o durduk yer dediğimiz bize göre öyledir, ona göre dayanamadığı, değiştirmek istediği, böyle gitsin istemediği bir yer. Konuşarak anlatacak bir şeyi kalmamışsa kendini yormamak için susmayı isteyebilir insan. Bazıları sustuğunda daha iyi anlaşıldığından susar, bazısı anlaşılmayacağından emin olduğu için. Bu arada, susmak ancak bir gevezenin arzusu olabilir, susanın değil.
Kitabın görünen ve görünmeyen bir müziği var. Peki siz yazarken romana eşlik edenler kimlerdi?
Yazarken herhangi bir şey dinlemem, yazının kendi ritmini bir başkasının ilhamıyla karıştırmak, bölmek istemediğimden. Bu sebepten, yazı müziksiz bir ortamda yazıldı, kendi müziğini icat etti.
Kahramanımız da soruyor ve ben de size soruyorum “soru sormak ve merak etmek” yazın hayatınızda nerededir?
Merak sadece yaşamakla ilgili yoğun bir merak beni yazmaya itti, bu merak dediğim de belki ansiklopedi çocuğu olmakla alakalıydı ya da belki olur da kendim gibi düşünen, davranan birini bulurum ümidiydi. Bu soruyu cevaplarken nedense şu anki yetişkin halimi es geçiyorum, elbette şimdi de bir merak var ya da hala soru soran bir yan fakat hepsinden önce çocukluğum geliyor, kendimce cevaplar bulup onlara inandığım, onlarla kendimi avuttuğum zamanlar. Bunlar yazmayı, yazarak merakı çoğaltmayı, cevaplar aramayı, yanlış cevaplar bulmayı, aldanmayı, yeniden aramayı, bulmayı teşvik eden sebepler hep. Sorularımı yüksek sesle sorabilseydim ve biri cevabını bana verebilseydi belki hiçbir zaman yazmayacaktım. Sanırım yazmamın tek sebebi o cevabı bana kimsenin vermeyeceğini bilmem.
Röportaj: Havva KOTAN
SPOTLAR
Okuduklarımız bizimdir, kayıp kardeşlerimiz ya da kayıp çoraplarımız...
Susmak ancak bir gevezenin arzusu olabilir, susanın değil.
Sanırım yazmamın tek sebebi o cevabı bana kimsenin vermeyeceğini bilmem.