Ebru Sanatının
UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne
Alınmasının Mimarı
Atilla Can ebru sanatıyla tanışmasını şöyle anlatıyor: Kendimi bildim bileli ilgi alanım hep resimdi. Ebru sanatından haberdardım ve hep bu sanatın nasıl yapıldığını merak ediyordum. Ebru sanatı ile ilgili araştırmalar yapmaya başladım. Akabinde bu sanatı öğrenmek için harekete geçtim.
Üstat Ali Çalışır ile tanıştım. Bana ebru sanatından bahsetti, o an için yanında olan eserlerini gösterdi. Beni ebru dersine davet ettiği gün İstanbul’un doğum günüydü. 29 Mayıs sabahı başladığım ve tutkunu olduğum bu sanatı, uzun yıllardır ilk günkü gibi büyük bir aşkla devam ettiriyorum.
Atilla Can binlerce yıllık Türk kâğıt süsleme sanatı olan ebruyu gördü, âşık oldu. O andan sonra sanki gökyüzünde bir güneş gördü. O güneş yeryüzüne indi. Onun gözlerine uzun uzun baktı. Gözlerinden kalbinin derinliklerine aktı. O anda kendini göremedi. Ruhu uçmuştu. Gördüğü, kalbini derinden etkileyip sarsan, titreten, rengârenk su yüzeyindeki renklerin iç içe geçmiş haliydi.
Ebru, hayat kaynağımız olan suyun yüzeyinde oluşuyordu. Nasıl su üzerinde titreşimler oluyorsa, ruhunda da bedeninde de karşı konulmaz titreşimler oluyordu.
Bedeni can kesildi. Can âlemine gitti. Orada yine güneşi gördü. O güneş onu çekti kendine. Peşinden sürükledi. Çünkü âşık olmuştu güneşe. O anda gökyüzünü renkler donattı. Gökyüzü pırıl pırıl oldu, aydınlandı. Allah’a şükretti. Aşkla sarılacaktı yeni tanıştığı sanata, zamanla ustası olup dünyaya tanıttı. O sanatı yaparken ebru teknesi renklerle aydınlandı. İç içe geçen renkler onun teknesinde birbirlerine karışarak sel oldular, gökyüzündeki renkler gibi iç içe geçip tekneyi renk cümbüşüne çevirdiler.
Atilla Can düş dünyasına girmişti. Onu neler bekliyordu? Farklı bir düş ülkesinde miydi? Şaşkındı, yepyeni bir sanatın içinde yolculuk yapmak üzereydi. Hayatını değiştirecek yeni sanatı kucaklamak üzereydi. Ona ömrünün sonuna kadar yön verecek hayatı kucakladı.
İnsanı insan yapan “an”lardır. “An”da insanlar pek çok duyguyu birlikte yaşar.
Yaşamın bir anı büyük müdür, küçük müdür; derin midir, sığ mıdır?
Zamanın nehri durmadan akar gider, ancak biz yine de her anın, mutluluk payını çıkarıp yaşayabiliriz. Ebru tekniği ile renkli boyaların su yüzeyindeki izi, ebrunun donmuş benzersiz “an”ıdır. O anlar insanı peşinden sürükler. Donmuş olan an izlerinin bazıları sanat eseridir. O izlerin üzerinde konuşuluyor, topluma sunuluyor ise bu da sanatsal sergi olur.
Atilla Can ebruyu öğrendikten sonra, bedenini de ruhunu da eğitmek için ebrunun peşinden koşmaya başladı. Her yıl Dünya Ebru Günleri düzenledi.
Bu sergiler, Atilla Can’ın kişisel özverileri ile arka arkaya altı yıl boyunca tekrarlandı. Dünya Ebru Günleri’nde uluslararası sergiler organize etti. Covit-19 her türlü etkinliği etkilediği gibi, Dünya Ebru Günleri’ni de etkiledi. 2020 maalesef sanattan uzak bir yıl oldu.
Atilla Can’ın dünyada tüm sanatçıları yan yana getirip Dünya Ebru Günü adı altında etkinlikler, paneller, sergiler yapması aslında ebru sanatını UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne kabul ettirme çabasıydı, planıydı. Bu çalışmalarını ebrucu arkadaşlarına duyurduğunda, özellikle yabancı ülkeden ebrucuların yoğun olduğu sanatçılar tarafından Unesco ebru bombardımanına tutuldu. Atilla Can’ın uluslararası platformda destekleyenlerinin çoğalması onun güvencini artırdı. Güveninin azaldığı, yalnız kaldığı anlarda ise en büyük destekçisi eşi ve kızı oldu.
Ebru sanatını Unesco’da koruma altına aldırabilmek için, 2009’dan 2013 yılına kadar beş yıla yakın, mücadele verdiği Unesco projesini T.C. Kültür Bakanlığı ve Türkiye Unesco Milli Komisyonuna defalarca anlattı, dilekçeler verdi. Onları bu hususta ikna etmeye çalıştı. Atilla Can’ın ısrarlı tutumu, yaptığı etkinliklerle ebru sanatını dünyada görünür hale getirmesi resmi kurumların dikkatini çekti, takdirini kazandı.
Atilla Can ve resmi kurumlar arasında eşgüdümlü çalışmalar ile hazırlanan dosya, Paris UNESCO Merkez binasında 24-29 Kasım 2014 tarihleri arasında 190 ülkenin katıldığı, Somut Olmayan Kültürel Miras Hükümetlerarası Komite Toplantısı’nda incelendi. 27 Kasım 2014’te Ebru sanatı, Türkiye'den “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Listesi”ne alınan 12. unsur oldu ve Dünya Ortak Mirası olarak kabul edildi.
Bu çok önemli tarihi başarının yanı sıra, ebru sanatına yenilikler katan, yeni formlar kazandırma yolunda ilerleyen, pek çok yurt dışı, yurt içi festival, sergi, sosyal sorumluluk projesi ve organizasyonlarda sanatını başarıyla temsil eden, kültür elçiliği yapan, kültürel diplomasiye katkı sağlayan, öğrenci yetiştiren, halen ebru sanatını severek icra etmeye devam eden Atilla Can T.C. Kültür Bakanlığı Türk Süsleme Sanatları Sanatçısıdır.
Atilla Can 1969 yılında dünyaya gelmiştir. Eğitim hayatı boyunca sanattan hiç kopmamıştır. Ebru sanatına âşıktır. Sanatın, yaratıcılığın ve hayal gücünün özgür irade ile oluşacağına inanan, kalbinde her daim bahar çiçekleri açan, hayatın mutlak bir maksadı olduğunu düşünen, yaşamda hoşgörü, tevazünün ve tutarlılığın vazgeçilmezliğini ilke edinmiş, kültür elçiliği için çaba sarf eden, bir sanatçı hekimdir.
Atilla Can şöyle diyor: “Ebru sanatı; gerçekten alışılmışın dışında, içsel ve ruhsal tesiri yüksek, hoş etkiler bırakan benzersiz bir sanat dalı. Ebru sanatını cezbedici kılan, büyülü bir vasıf kazandıran öğe, elbette onun su üzerinde yapılıyor olması. Tüm bu sebepler ebru sanatını tercih etmemde etkili rol oynadı, diyebilirim.
Su, hayat kaynağımız ve hisseden bir madde. Dokusunda su olan her şey insana; gönül rahatlığı, tarifi imkânsız bir dinginlik, dirlik ve huzur veriyor. İnanın, gelecek yıllarda ebru sanatı tam manasıyla tanındığında, birçok özelliğinin yanında terapi gibi tedavi etme özelliği de keşfedilecek, bu özelliğinden dolayı da çağımızın getirdiği negatif unsurlara mukavemet artacak. Ebru sanatı ile ilgilenen kişide, zihin olumsuz düşüncelerden uzaklaşacak, manevi mutluluğun hazzını yaşayacak. Ebru sanatının verdiği bu pozitif güce gönülden inanıyorum.”
Atilla Can katıldığı bazı etkinlikleri şöyle anlatıyor:
Stars of İstanbul - İstanbul'un Yıldızları
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu UNICEF Türkiye yararına Çocukların Geleceği Parlasın sloganıyla Stars of İstanbul-İstanbul'un Yıldızları projesi düzenledi. İstanbul'un önemli noktaları katılımcı sanatçılar tarafından süslenmiş büyük boyutlu yıldızlarla donatıldı. Atilla Can’ın tasarımını yaptığı yıldız üç ay boyunca Taksim Meydanı’nda sergilendi, en geniş kentsel sanat ve sosyal sorumluluk projesi oldu.
Bu proje, ilköğrenimini tamamlayamamış binlerce çocuğa okul kapısını açmak için, Stars of Istanbul Açık Hava Sergisi adı altında, 75 marka, 110 sanatçı, tasarımcının anlam kattığı eşsiz 120 yıldız tasarımları, İstanbul’u Eylül ve Kasım ayları arasında 3 ay boyunca süsledi. Bu projede yer alan her yıldız 100 çocuğu okuttu.
ATİLLA CAN VE EBRU SANATI HAKKINDA YAYIMLANMIŞ BAZI MAKALELER
AMSTERDAM / Okan Akın
Son yıllardaki çalışmalarla ebrunun müstakil bir sanat haline geldiğini gözlemliyoruz. Yani ebru günümüzde bir arka fon sanatı, bir kâğıt süsleme sanatı olmaktan çıktı, tablo değeri taşıyan eserlerin verildiği bir sanat alanı oldu. Sizce bundan sonraki basamak evrensel bir sanat olması mıdır? Yoksa geleneksel çerçevede yapılan lokal bir sanat olarak kalmaya mahkum mudur?
“Eğer siz ebru sanatını Türkiye dışına taşıyamazsanız, birkaç kişinin tekeline, inisiyatifine bırakırsanız, bilime ve akla uymazsanız, evrensellikten bahsedemezsiniz”
EBRU SANATININ MUTFAĞINDA BİR MASTERCHEF ATİLLA CAN
Sahlep, keten tohumu, ayva çekirdeği, poy tohumu, denizkadayıfı (Kerajin), geven otu özütü (kitre) kelimeleri size bir yemek tarifi vereceğimiz anlamına gelmesin. Tüm bunlar ebru sanatında su yoğunlaştırmada kullanılan bitkisel gıda maddeleri. Atilla Can ebru sanatının mutfağında gerçek bir masterchef olan usta ebru sanatçısı olarak vasıflandırılıyor.
- Dünyada ilk defa bir sanat dalı UNESCO tarafından koruma altına alındı. Bu başarı öyküsünü bize anlatır mısınız?
UNESCO ve Paris, yaşamımdaki anlamlı sayfalardan biridir. Ebru sanatının UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras listesi kapsamında koruma altına alınması, Türkiye sanat tarihinde bir milattır. Ebru sanatı Türkiye'nin 12. unsuru olarak tarihe altın harflerle yazılmış oldu. 2009 yılında ilk kez Birleşmiş Milletler’e ve UNESCO Paris Merkezi’ne dilekçeler göndermemle başladı. Dilekçelerimde, ebru sanatının farklı bir üslup ile yapılan çok kıymetli bir sanat olduğundan bahsederek, mutlaka bu sanatın gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğini, çok bilinmese de bin yıldan fazla bir geçmişinin olabileceğini, mutlaka bu sanatın koruma altına alınmasını ve dünyada her yıl bir günün Dünya Ebru Günü olarak kutlanmasını talep ettim.
Kültür Bakanlığımıza, Türkiye UNESCO Milli Komisyonumuza defalarca mail yazarak, telefon görüşmeleri yaparak, yüz yüze görüşmeler yaparak, Birleşmiş Milletler ve UNESCO Paris'e dilekçeler yazdığımı, ebru sanatının gelecek kuşaklara bir Türk sanatı olarak aktarılması ve korunması ile ilgili taleplerde bulunduğumu söyleyerek projemle ilgili ikna çabalarına başladım.
Türkiye'de ve dünyada ulaşabildiğim tüm ebru sanatçılarına UNESCO projemden bahsettim, UNESCO Paris'e dilekçeler yazmalarını, zarflarının ebrulu olmasını, dilekçenin yanında da mutlaka bir ebru eserini göndermelerini, projeme ve bana destek olduklarını belirtmelerini istedim. Türkiye'den ve dünyadan birçok ebru sanatçısı UNESCO'ya yüzlerce ebru gönderdiler ve projeme destek oldular. Deyim yerindeyse UNESCO binasını kaplayacak kadar ebru Paris'e gitti.
UNESCO Paris Merkez, UNESCO Paris Büyükelçiliğimizi, Paris Büyükelçiliği de Kültür Bakanlığımızı arayarak, UNESCO Paris'e dünyanın birçok ülkesinden yüzlerce ebrulu dilekçeler geldiğinden bahsetmişler. Kültür Bakanlığından bir yetkili telefonla beni arayarak konunun tüm ayrıntılarını benden yeniden dinlemiş oldu. Değerlendirme yapılıp bana geri dönüleceği söylendi.
Birkaç gün sonra Kültür Bakanlığından tekrar telefonla arandım. Çabalarımdan dolayı beni takdir ettiklerini, projeme inandıklarını, destek vereceklerini ve en kısa zamanda UNESCO Paris'e devletlerarası bir mektup ile müracaatta bulunacaklarını söylediler.
Bakanlık ile eşgüdümlü uğraşlar sonucu Türkiye adına bir ebru dosyası hazırlandı ve resmi yazı ile UNESCO'ya sunuldu. Dosyamız o yıl ülkeler tarafından sunulan müracaat dosyaları arasında en başarılı dört dosya içinde yer aldı. UNESCO Paris Merkez binasında ülkelerin dosya görüşmelerine başlandı. 27 Kasım 2014 tarihinde ise, 192 ülke ayağa kalkarak düşüncemi, hayalimi ayakta alkışlayarak ebru sanatını koruma altına alarak dünyanın ortak mirası olarak kabul ettiğini açıkladı. Bu olay, Türkiye adına tarihin sayfalarına bir zafer olarak geçmiş oldu.
- Dünya Ebru Günü projenizden biraz bahseder misiniz?
Ebru sanatının koruma altına alınabilmesi için çalıştığım dönemlerde bir farkındalık projesi daha yapmam gerekiyordu. Bu nedenle de her yıl bir günün Dünya Ebru Günü olarak kutlanmasını istedim. 2009’da Birleşmiş Milletlere gönderdiğim dilekçelerle başlayan bu yolda, ebru sanatının görünürlüğünü arttırmak ve bu sanata ilişkin ulusal-uluslararası düzeyde toplumsal farkındalıkları da arttırmanın tam adı Dünya Ebru Günü projesi olmuştur.
Dünya Ebru Günü organizasyonunu; 2012'de İstanbul'da, 2013'te Gaziantep'te, 2014'te Trabzon'da, 2015'te Yalova'da, 2016 yılında 38 ülkenin katılımı ile Prag'da, 2017 yılında 20 ülkenin katılımı ile Abu Dabi’de gerçekleştirdim.
Bu etkinlik; ülkemizin, sanatımızın ve öz kültürümüzün tanıtımı adına çok önemli marka bir proje haline dönüştü. Dünya Ebru Günü için hiç unutamadığım bir olayı anlatmak isterim. Çok önemli bir akademisyen “Atillacığım, bilmem farkında mısın, sen Türkiye'nin milyon dolarlık tanıtımını yapıyorsun, seninle gurur duyuyorum” demişti.
- Geriye dönüp baktığınızda, sanat hayatınızda nelere imza attınız? Gelecekte nelere imza atacaksınız?
Sanat hayatım boyunca yaptığım eserler 60'a yakın ülkeye gitti. Yurt dışında ve yurt içinde kurumlarda, kuruluşlarda, üniversitelerde ebru dersleri verdim. Dünyanın en prestijli dergilerinde, gazetelerinde röportajlarım yayımlandı. Başlangıç kitabım dediğim Ebru Art adlı branş kitabım 40'tan fazla ülkeye, çok önemli üniversitelere, kütüphanelere, sanatçılara bilgi kaynağı olarak gitti.
Yurt içinde ve yurt dışında önemli galeri, sanat mekânları ve üniversitelerde kişisel sergiler açtım. Birçok festivalde, etkinlikte ülkemi temsil etme şerefini yaşadım. Türk sanat tarihinde bir milat olarak kabul gören ebru sanatının UNESCO'da bir Türk sanatı olarak kabul görmesi, İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası listesine alınması benim gurur kaynaklarımdandır. Yine bir gurur kaynağım, Birleşmiş Milletlerde sergi açan ilk Türk olmam.
Her daim üretmeye, faydalı olmaya, anlatmaya, paylaşmaya devam edeceğim. Çünkü ben dünyanın en hassas ve sınırları olmayan, sonsuz bir sanatı olan ebrunun icracısı, kültürel miras taşıyıcıyım. Ömür vademin yarısını, belki yarısından fazlasını tamamladım. Bu vadeli sürede, ne kadar çok çalışsam da, halen yapmak istediğim, asla bitiremeyeceğim sonsuz işlerim var.
GÜLSEREN SÖNMEZ