İlk çağlardan günümüze kadar incelenmesi gereken kadın hakları meselesi, anaerkil toplumlardaki eşitlik, sonrasında ise ataerkil düzene geçiş ile evrilmiştir. Günümüzde günlük hayatta dahi kadın ve erkeğin eşit olmadığı, birçok alanda kadının eşitsizliklerle karşılaştığını görmekteyiz. Kadına ev işlerini ve çocuk bakıcılığını uygun gören zihniyet nedeni ile son dönemde, kadın hakları ve eşitçilik yaklaşımları artmaya başlamıştır.
İlk çağların başladığı, doğal toplum dönemine bakıldığında, anaerkil bir yapının olduğunu görmek mümkün. Bu dönemlerde kadınlar değeri, erkeğin hak ettiği yerle aynıdır. Hatta erkeğe karşı bir üstünlüğünün de olduğunu söylemek mümkündü. Hatta bu dönemde erkek ikinci sınıf olarak görülebilmekteydi. O dönemlerde toplumların geçimine katkı sağlayan her şey toplumun ortak değeri olarak görülürdü. Çocuklar da aynı şekilde bu ortak değerlerin içinde yer alırdı. Çocukların kimden olduğu, kimden doğduğu da bilinirdi. Bu tip toplum yapısı, anarşik toplum yapısının da başlangıcını oluşturdu.
Üretim temel ihtiyaçları karşılamaya yönelikken, ancak parçalı üretim arttıkça, ihtiyaçlardan doğan ürünler de artmaya başladı. Sonrasında ise sahiplik kavramı ortaya çıkmaya başladı. Doğal toplum dönemi, bu kavram ile son bulurken, hiyerarşik dönemin başlamasına neden oldu. Mutlak eşitlik bozulmaya başlarken, erkek üstünlüğünün oluşması adına ilk mücadeleler de bu dönemde verilmeye başlandı. Ezen ve ezilen cinsiyetler kavramı da ilk kez bu dönemde gözlemlendi. Kadın bu dönemde metalaşarak, bir eşya ya da savaş ganimeti durumuna geçmeye başlamıştı.
Eşitsizlik kavramının oluştuğu bu dönemlere baktığımızda 500 yıllık bir geçmiş görmekteyiz. Bu dönemin başlarına gidildiğinde Havva’ya kadar ulaşabiliriz. Havva, dinsel olgu olarak tasvir edilen ilk kadın olma özelliğini taşıyordu. Ama insanlığın cennetten kovulmasına neden olan şeytanın temsilcisi olarak görülmekteydi. Fizik olarak yaradılışına baktığımızda kadının erketen daha zayıf ve korunmasız, erkeklerin fiziksel olarak daha güçlü ve yetenekli olduğu görülüyordu. Tüm bu nedenlerden dolayı, erkekler kas üretmekle, kadınlar ise ölümlü üretmekle bunun yanı sıra ev işleri ile görevlendirilmiştir. Zaman içinde erkeklerin elde ettiği bu güç, kadını cinsel olarak da yönetme yetkisini kendilerinde görmelerine neden olmuş, kadınlar da kendilerini erkeklere servis etmeye başlamışlardır. Bu düzlemde bazı kadınlar var olabilirken, birçoğu ise direnmeye ve düzene karşı gelmeye başlamıştır. Bu direnişe ise Feminizm deniyor. Günümüzde Feminizm erkek karşıtlığı gibi değerlendirilse de, tanım olarak; kadın ile erkeğin eşit doğduklarını, kadının ataerkillik dönemi boyunca ahlaksızca ezilmesini anlatan bir terimdir. Bu dönemler ve sonrasında ise devletlerin de kadınları ikinci plana atan çalışmalar ve hatalar yapması, kadınları evlere hapsetmeleri, pasif işçi olmaya zorlamaları durumu daha da derinleştirmeye başlamıştır.
Fransız Devrimi ve Eğitim Hakkı
Fransız Devrimi, birçok alanda olduğu gibi kadınlar için de ciddi bir çıkış noktası olmuştur. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde, kadınlardan bahsedildiğini fark eden kadınlar, buna dayanarak, insan ve yurttaş olarak, mücadelelerine başlamışlardır. Bu sosyal farkındalık, şekillenmeye başlamıştır. Bu direnişler sonrasında kadınlara eğitim hakkını vermiştir.
Birinci dünya savaşı döneminde, cepheye giden erkeklerin yerine kadınlar onların işlerini devralmaya başlamışlardır. Aldıkları işleri yürütebildiklerini görünce, aslında zayıf ya da güçsüz olmadıklarını, aynı işleri kadınların da yapabildiğinin farkına varmışlardır.
19 ve 20. yüzyıllarda kadınların, erkeklere karşı eşitlik mücadelesi devam etmiştir. Bu dönemde birçok sonuç elde etmişlerdir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, eşitlik adına kadınların bölgesel ve dünya çapında elde ettiği ciddi anlaşmalarda yer almasını sağlamıştır.
Türkiye’de Kadın Haklarının Gelişimi
Bu dönem Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti olarak ikiye ayrılabilir.
Osmanlı Dönemi Kadın Hakları
İslam hukukunun uygulandığı Osmanlı Devleti kadınlara bazı haklar vermiş gibi görünse de, kadın tüm bunlara karşın ikinci planda kalmıştır. Eşitlikten bahsetmek mümkün değildir. Erkek her zaman kadından daha önce gelmektedir. Örneğin; tanıklık kavramında 1 erkeğin tanıklığı, 2 kadının tanıklığı ile eş değerdi. Erkekler bu dönemde çok eşli yaşayabilirken, kadına şiddet uyguladığı zaman erkeğe hiçbir yaptırım ya da ceza uygulanmazdı. Boşanma kararı kadına neredeyse tanınmayan bir haktı, çok özel durumlarda buna hakkı vardır. Ancak bu koşullar içinde bile kadınların haklarını almak için mücadele ettiklerini görmekteyiz.
1917 yılında Hukuk-u Aile Kararnamesi, ilk düzenlemelerden biri olarak karşımıza çıkar. Kadına boşanma hakkı tanınarak, çok eşliliğin, ilk eşin rızası ile olacağı şartı getirilmiştir. 1. Dünya Savaşında tüm dünyada yaşanan, ülkemizde de yaşanarak, kadınlar savaşa giden erkeklerin görevlerini, iş yerlerini alarak işletmeyi başardılar.
Cumhuriyet Döneminde Kadın Hakları
Bu anlamda dünya genelinde en fazla devrimin gerçekleştiği ülke Türkiye’dir diyebiliriz. Kadın ve erkek eşitliğinin sağlanabilmesi için ilk Anayasamızda (1924) toplumu oluşturan en küçük birime aile denilmiştir.
Aile kavramının yapılması, savaş sonrası azalan erkek iş gücünün yerini kadınların alması ve bunda da oldukça başarılı olmaları, kadınların üstlerine düşen tüm işlerde ne kadar becerikli ve hırslı olabileceklerini de göstermiştir. 1926 yılında çıkartılan Medeni Kanun ile birlikte kadınlar artık hukuk alanında erkekler ile eşit haklara sahip olmuşlardır.
1930 yılında yapılan bir çalışma ile belediye seçimlerine kadınların da katılmalarına, köylerde muhtar olabilmeleri yönünde önlerinin açılmasına yönelik çalışmalar yapıldı. 5 Aralık 1934 yılında Anayasa Seçim Kanunu’nda yapılan düzeleme ile dünyada ile kez Türk kadınına Seçme ve Seçilme hakkı tanınmış oldu.
1985 yılında Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti tarafından imzalanmıştır. Ayrıca bu sözleşme kapsamında 2002 yılına kadar farklı düzenlemeler de yapılmıştır. 2002 yılında ise Türk Medeni Kanunu’nda ve Türk Ceza Kanunu’nda benzer düzenlemeleri görmek mümkündür.
Eğitim Hayatında Kadın
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 42. Maddesinde; Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz, denmektedir. Bu madde detaylandırıldığında kadın ve erkek eğitim öğretimde eşit haklara sahiptir sonucunu almaktayız.
Çalışma Hayatında Kadın
Kadın ve erkek için çalışma hakkı, kesin ve zorunludur. Ancak düzenlemelerin yetersizliği gözlemlenmektedir. Bazı işlerde kadın ve erkeğin emeğine eşit gözü ile bakılmamaktadır. Biyolojik özellikleri nedeni ile kadınların hamilelik, annelik gibi durumları çalışma hayatında tam olarak düzenlenmeyen diğer konulardır.
Kadının Hukuk Alanındaki Durumu
Eksiklikler olsa da, birçok kanun bu anlamda düzenlenmiştir. Kadına karşı şiddet, tecavüz ve benzeri problemlerin yaşandığı gözlemlenmektedir. Yasal yaptırımların bu anlamda pratik olarak uygulanmaması, sürecin kadının aleyhine olmasına neden olmaktadır. Kanunların uygulanmaması ya da uygulanamaması erkeklerin de bu anlamda cesaretlenmesine neden olmaktadır.
Tüm gelişmelere bakıldığında, ilk çağlardan daha geri bir eşitlik kavramı ile ayrıştırıldığını, kadınların ikinci sınıf muamele ve haklara sahip olduğunu hala görebiliriz. Bu değişim 500 yıllık insan tarihinin sayfalarına yazılmış olsa da, zamanın hızlı ve teknolojik gelişimleri, kadınlarının öneminin, becerilerinin ve yeteneklerinin günümüzde ne kadar değerli olduğunu göstermektedir. Bugün ülkemiz Avrupa’dan çok önce yaptığı yasal düzenlemeler ile kadın haklarına en hızlı müdahaleyi yapan ülkedir. Zaman içinde ülkemizde ve dünyada daha özgür, daha eşit kadınları göreceğimize eminiz.
Kadın haklarının aşırı şekilde savunulması aynı zamanda gündeme pozitif ayrımcılık olayını da getirmiştir. Bu ve bunun gibi hassas konuların da kadınlar tarafından ele alınarak, en doğru şekilde gündemde kalması önemlidir.