Uzay çağında edebiyatseverlerin nesli tükenme tehlikesinde maalesef.
TV, tablet ve telefonlar hayatımızın öyle içinde ki izole olarak yaşamak mümkün de değil, mantıklı da!
Teknolojinin nimetlerinden yararlanmamak süpürge varken evi gırgır ile temizlemeye çalışmaya benzer.
Fakat fazlaca teslim olmak da akıl işi değil!
Bir de böyle bir bilgi kirliliği ve çeşitliliğinin içinde çocuklara teknoloji noktasında kuracağımız denge var ki orası kilit nokta.
Çocuklar sözcüklerimizi değil adımlarımızı takipte iken, sınırlandırılması gereken öncelikle kendi irademiz olmalı, bu bilgi cepte.
Yani hayatımızın ne kadarında teknoloji olduğu, çocuklarımızın hayatlarındaki sürenin temel belirleyicisi bunda anlaşalım.
Öyle ise çuvaldızı kendimize iğneyi yavrulara batıracağız.
Peki sonra …
Hiç mi TV izlemesin?
Hiç mi oyun oynamasın? Bu çocuklar ortası ya da doğrusu ne o zaman bu işin?
Elbette ki çağ koşarken bizim yürümemiz de pek mümkün kalmıyor.
Fakat olabildiğince korumak zorundayız çocuklarımızı medyanın bombardımanından.
Özellikle son yıllarda dil gelişimi yavaşlamış ve “konuşma terapisi” almak için merkezlere başvuran çocuk ve aile sayısı öylesine çoğaldı ki konuşma bozukluğu olan çocuklar konuşma becerisi seyrinde ilerleyenlerin önüne geçti.
Z kuşağını büyüttüğümüz bu çağda dil bozukluklarının temel nedeni uzun süre hareketsiz video izlemeye bağlanıyor.
İlk 2 yıl bebeğinizin çocuk olma yolundaki serüvenidir ve bu süreçte maruz kaldığı her türlü görsel video içeriği onun dil gelişimine vurulmuş koca bir darbe.
Dil, spor yapmaya benzer, egzersiz yaptıkça açılan ve gelişen bir organ aslında.
Nasıl spora ara verdiğimizde kaslarımız zayıflıyor ve beceri kaybediyorsa. Dil desteklenmedikçe ve işlevini kazanması için ortam oluşmadıkça, gelişmekte geri kalıyor.
Yani tam da dil gelişimine tekabül eden ilk 2 yıl TV kesinlikle önerilen bir durum değildir.
İngilizce öğrensin, renkleri bilsin, hayvan şarkısı dinlesin...
Bazen niyetin iyiliği sonucu güzelleştirmeye yetmez.
Bu yüzden tüm bunları öğretmek için dahi başvuracağımız bir merci olmasın teknoloji.
2 yıl boyunca bol kitap, çokça tiyatro hoş sohbet verebileceğimiz en güzel kazanımları içinde barındırıyor zaten.
Peki, siz bu dengeyi koruduğunuz halde gittiğiniz bir evde ya da bir taşıtta dahi başka bir çocuğun elinde gördüğü tablet ile tanışması olası değil mi bir çizgi film ya da oyun ile?
Pek tabii mümkün.
Fakat asıl olan evdir.
Ev dışında ki istisnalar çocuğun iradesini yıkıcı etki oluşturmaz.
Kararlı durmaya devam edersek tabi…
Gönül ister ki 3 yaş öncesinde hiç tanışmasınlar çizgi filmler ve YouTube videoları ile.
Fakat çevresel faktörler buna bazen izin vermiyor.
2 yıl sonrası için şöyle bir öneride bulunabilirim.
Sınırlandırma kararı alınmış süreli ve seçilmiş birkaç çizgi film belirli bir zaman dilimi içinde izletilebilir.
Ben buna “2S 1F kuralı” diyorum.
“Seçili”
“Süreli”
Ve
“Faydalı” olana muhatap etmek.
2 yaşı bitirmiş bir çocuk için, değerlerimize ve hassasiyetlerimize hizmet eden içerikler SEÇMEK.
SÜRE olarak 20 dk gibi bir dilimi sınırlı tutmak.
Son olarak da geçirdiği süre içinde gelişimine FAYDA sağlayacak tercihlerde bulunmak.
Bu 3 ilke teknolojiyi anneliğimle dizginleme hissi veriyor bana.
Böylece hem tamamen yasaklara maruz kalmamış olacak hem de merakını ebeveyn gözetiminde tatmin etmiş olacaktır yavrular.
“Haftada bir gün aile ile izlenecek bir sinema gecesi belirlenerek ortak bir payda da buluşmak ve birlikte kaliteli zaman geçirmek de bu ihtiyacı karşılar,” der sevgili Adem Güneş.
Yani çağa ayak uydurmaktan bir adım öteye geçip çağı sınırlarımıza göre şekillendirmek galiba bu konudaki en mantıklı çözüm.
Oyun oynarken öğrenen, terlerken büyüyen, düşerken kalkmayı öğrenen çocuklarımız olsun avuçlarımızda yeşeren.
Öyleyse diyelim ki; çocuğumu sana yedirtmem televizyon!
Şüheda URUK
Instagram:suhedauruk
Blog:https://yazanbiranne.blogspot.com/