Toplumu oluşturan en küçük yapıtaşı olarak bildiğimiz aile ve aileyi tüm özverisiyle her anlamda besleyen kadınlar topluma yön veren bireylerdir. Üretkenliği daima devam eden kadınlarımız günümüzde çalışma hayatına katılmayı daha çok tercih etmektedirler. Çalışan kadınlarımız yalnızca ev ekonomisine yön vermekle kalmıyor aynı zamanda ülke ekonomisine, üretmeye ve kadınların gücünü ortaya koymak konusunda da bir başarı sağlıyorlar. Peki ya ev hanımları?
Ev hanımlığı bir meslek midir?
Bir toplumda bizlere yönlendirilen sorulardan biri ‘Ne iş yapıyorsunuz? ’sorusudur. Eğer çalışıyorsak işimizi söylüyor çalışmıyorsak ev hanımı diyoruz. Peki, ev hanımları çalışmıyor mu? Yaşamımızı idame ettirirken gösterdiğimiz fiziksel sanatsal ya da zihinsel olarak harcadığımız bir iş karşılığı belli bir ücret alıyorsak bunu çalışmak olarak adlandırıyoruz. Bu doğrultudan bakıldığı zaman çalışmamakla aynı anlama gelen ev hanımlığının bu özelliklere sahip olmadığı çıkıyor ortaya. Fakat ev hanımlarının özellikle anne olan ev hanımlarının sıradan bir günü incelendiği zaman aslında içeriğinde hem fiziksel, hem sosyal, hem de zihinsel gücü bir arada bulundurduğunu görebiliriz. Bir ev hanımından çamaşır- bulaşık yıkaması, yemek hazırlaması, misafir ağırlaması, evin tüm ihtiyaçlarını gidermesi beklenir. Ayrıca bir anne ise çocuğun tüm fiziksel, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını da karşılamalıdır. İşin özüne bakacak olursak ev hanımlığı aşçı, öğretmen, bakıcı, psikolog gibi birçok mesleği barındırmaktadır.
Peki, çalışan kadın ve ev hanımları arasında herhangi bir psikolojik fark var mıdır?
Çalışan kadın ve ev hanımlarının anksiyete ve depresyon düzeylerini inceleyen araştırmalar gösteriyor ki ev hanımlarının anksiyete ve depresyon şiddetleri açık olarak daha fazladır. Ortaya çıkan bu sonuçların elbette birçok farklı sebepleri vardır. Çalışan kadının sahip olduğu, ekonomik özgürlük, takdir edilme, sosyallik ve bireyselliğe sahip olamayan ev hanımları bunlara ek olarak tekdüzelikten de memnun olmadıklarını dile getiriyorlar. Bunu örneklendirecek olursak herkes tarafından bilindiği üzere alışveriş yapmak, kuaföre gitmek gibi aktiviteler kadınlara kendilerini iyi hissettirir. Çalışan kadınlar ev hanımlarına oranla bu tarz aktiviteleri kendi ekonomik özgürlüklerine sahip oldukları ve her gün dâhil oldukları bir iş hayatları olduğu için daha sık gerçekleştirmektedirler. Fakat ev hanımlarının çoğunluğu maddi sebeplerden ötürü kendilerine iyi gelecek olan bu aktiviteleri daha kısıtlı yaşamaktadırlar. Ayrıca sahip oldukları iş yükünün azımsandığından şikâyet eden ev hanımları kendilerini üzen şeyin aslında yaptıkları işler değil kendilerine gösterilmeyen saygı, özveri ve destek olduğunu söylüyorlar.
Ne yapılmalı?
Bir kadın, bir ev hanımı, bir anne eğer ruhsal olarak sağlıklıysa ve eşi, ailesi, çevresi tarafından önemseniyor ve psikolojik ihtiyaçlarını giderebiliyorsa bu sağlıklı bir ev ortamı, sağlıklı bir karı-koca ilişkisi ve sağlıklı yetişkin olmak üzere büyüyen çocuklar demektir.
Bir iş kurumunda çalışmanın sağladığı emeğin sonucu olarak alınan maddi karşılık, sosyal destek ve itibardan mahrum bırakılan ev hanımları emeklerinin karşılığı olarak aileleri ve çevrelerinden saygı ve destek görüyor olmalılar. Aslında bir kadının değer görmesi ve kendisine saygı duyulması için illaki aylık olarak kazanacağı bir maaşa ihtiyacı yoktur. Bir ev hanımı olarak yeterince iş gücü gerektiren eylemleri zaten yerine getirmektedirler. Bu noktada toplum olarak bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Sağlıklı bir topluma sahip olabilmek için sağlıklı aile ortamlarına ihtiyaç vardır. Aile bireyleri sahip olmayı arzuladıkları sevgi, ilgi ve destekten mahrum kaldıkları zaman, bu sağlıklı aile ortamından ne yazık ki bahsedemeyiz. Aile içerisinde özellikle karı-koca ilişkisi içerisindeki ilişki problemlerinin temeline bakıldığı zaman saygının azalmasının problemleri çoğalttığını görürüz. Ev hanımlarının sahip olmadıkları ekonomik özgürlük ve bireysellik eğer aile içi takdir ile desteklenmezse bu durum özgüveni düşük ve sağlıksız bireyler doğurabilir. Dolayısıyla her bir bireyin hak ettiği saygıdan ev hanımlarını mahrum bırakmamalıyız.
Ayrıca ev hanımları da destek görmek istedikleri aile bireylerine ve eşlerine karşı açık bir şekilde beklentilerini dile getirmeliler, yardıma ihtiyaç duydukları zaman bunu söylemeliler. Kadınlarımız sahip olmadıkları statü sebebiyle görmek istedikleri ilgi alakayı göremediklerini düşünüyor olabilirler. Fakat dile getirmeme onları herhangi bir çözüme maalesef ki ulaştırmayacaktır. Başkalarından takdir görmek elbette ki her insanın görmek, duymak isteyeceği bir şeydir.
Bununla ilgili olarak verilebilecek en güzel örneklerden biri Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi olabilir. Abraham Maslow adındaki Amerikalı bir psikolog insanların temel ihtiyaçları üzerine bir araştırma yapıyor ve bu araştırma sonucunda yeme-içme, barınma, güvenlik nasıl birer ihtiyaçsa özgüven, saygı ve saygınlığın da insanların temel ihtiyaçlarından olduğunu belirtiyor. Başkaları tarafından takdir edilme kişilerin benlik saygısını da doğru orantıda etkilemektedir. Dolayısıyla duyduğumuz o kısa ‘tebrikler’ dahi bizlerin bir ihtiyacını karşılıyor. Bu sebeple kadınlarımız öncelikle emek harcayarak yaptıkları tüm işleri birer zorunluluk olarak görmekten kurtulmalılar ve önce kendilerini takdir etmeliler. Ardından takdir edilmek istedikleri noktalarda bunu açık bir şekilde ifade etmeliler. Yaptıkları işleri küçümseyen herkese yaptıklarının neden zor olduğunu anlatmalılar. Bu konuda kendilerine ne kadar özgüven duyarlarsa kendilerini o kadar iyi hissedeceklerdir. Yeri geldiği zaman üzerlerindeki sorumlulukların kendilerine fazla geldiğini ve omuzladıkları iş yükünün aslında takdiri hak ettiğini belirtmelilerdir.
Unutmayalım ki mutlu kadınlar, mutlu aileler demektir…
Psikolog Beyza Kılınç
Psiko-Soft Psikolojik Danışmanlık Merkezi