MURAT ÇİÇEK
TV dünyasının yetenekli ismi…
Gündemi belirleyen gazeteci…
Kalem kıran gerçek bir yazar…
24 TV’nin Genel yayın yönetmeni ve Star Gazetesi Yazarı Murat Çiçek’leyiz.
Ekranların sevilen fenomeni Murat Çiçek’i artık taraflı tarafsız herkes seviyor ve tanıyor. Karşınıza sizi hiç tanımayan biri çıksa kendinizi nasıl tanıtırdınız?
Türkiye’de herkes kendini elit ve entelektüel zannediyor fakat böyle bir şey yok. Bu ülkenin büyük bir çoğunluğu memur çocuğudur, ben de onlardan biriyim. 1972, Adıyaman doğumluyum. Dedem, o zamanın şartları sebebiyle okuma-yazmayı askerlik döneminde öğreniyor. Bu sebeple tek oğlu olan babamın okuması için elinden gelen her şeyi yapıyor. Tarlalarını satarak tabiri caizse varını-yoğunu harcayarak Çukurova üniversitesinde İnşaat Mühendisliği bölümünü okutuyor. Babamın devlet memuru olması sebebiyle Anadolu’nun her köşesini gezdiğimi söyleyebilirim. Adıyaman, Malatya, Diyarbakır Anadolu Lisesi. Ancak lise eğitimimi Tatvan’ da tamamlamak durumunda kaldım. M. Ü. Turizm ve İ. Ü. İşletmeyi tamamladım. Çeşitli meslekleri düşünmeme rağmen, radikal bir kararla gazeteciliğe yöneldim. 1990’da Türkiye Gazetesi’nde işe başladım, herkesin kendi işini yaptığı, muhabirin “muhabir” olduğu ve gazeteyi sırtladığı bir dönemdi. İşe en baştan başlamak gerekiyordu özellikle alaylıysan. Bu şekilde kendi ayaklarımın üzerinde durarak yola koyuldum. Evli ve bir kız çocuk babasıyım.
“Doğuştan gazeteci” denilecek kadar başarılı olduğunuz iş ile eğitimini aldığınız bölümün ilgisi yok. Sizi medyaya yönlendiren ne oldu? Bu kararınıza aileniz ve çevreniz nasıl tepki verdi?
Babam devlet memuru ve çocuğunun da geçerli bir meslek sahibi olmasını istiyor. Okulda başarılı bir öğrenciydim ve 12 yaşımdan beri yatılı okulda eğitim almam sebebiyle özgürlükçü bir ruha sahip oldum. İstanbul gibi büyük bir şehre gelince hem gönlümde gazetecilik mesleği olması sebebiyle hem de para kazanmam gerektiği için gazete dağıtarak başladım mesleğime. TRT kanalının kurulmasıyla da TRT’de çalışmaya başladım. “Gazetecilik bir virüstür, bulaşırsa çıkmaz” cümlesinin ispatıyım. İnsanın hayatındaki en önemli noktalardan biri işini severek yapıyor olmasıdır, iyi ki gazeteci olmuşum. Ailemin beklentisi farklı olsa da tercihimi anlayışla karşıladı, sonraki dönemlerde iyi ki yapmışsın dedikleri de çok olmuştur.
“Halkın nabzını tutabilme, kuvvetli bir kaleme sahip olma ve genel yayın yönetmenliği”, imkansızı başarmış gibi görünüyorsunuz. Peki ama nasıl?
Bu başarının en büyük nedeni yaptığın işi sevmek ve o işi yapan insanlara, ekip arkadaşlarına saygı duymaktır. Medya sektörü tevazu kaldırabilecek bir iş değildir deniliyor fakat bu durum hiçbir zaman benim içime sinmedi, kabullenemedim. Ama bu durumun örnekleri var ülkemizde, “Meşhur” dediğimiz oyunu kurallarına göre oynayan arkadaşlarımız var. Her zaman için temel kaidem; evet iş önemlidir ama insan işten daha da önemlidir. Bugün amirliğini yaptığın kişi gün gelir senin amirin olabilir, her zaman bulunduğun konum ve durum değişkenlik gösterebilir. Dolayısıyla asıl önem verilmesi gereken şey insandır. Temel felsefem olduğum gibi görünmektir, işlerime de bunu yansıtıyorum ve beni okuyan dinleyen insanlar da fark ediyor. Reyting getirecek iş yapmak veya yazı yazmak yerine düşündüğüm ve doğru olduğuna inandığım şeylerin peşinden gittim. Bu ilkelerim sektör bazında tabiri caizse oyunu “ kuralına göre oynamamak” yavaşlamaya neden olsa bile doğru olanı yapmak ve insan kalbine önem vermek yapılabilecek en mühim iştir. Bu toprağın üstü olduğu gibi altı olduğuna da inanan insanlar olarak insan kalbini kırmamaya özen gösteriyoruz. Nihayetinde bu işlerin hepsi geçici kalıcı olanın peşinde olmak gerekir. Yapılan işle ilgili ikinci mesele ise; işini doğru düzgün yaparak işe sahip çıkmak, bu işi gerektiği gibi yapanları takip etmek, bilgi dağarcığını sürekli okuyarak geliştirmek, doğru yerde doğru insanlarla bağlantı kurmak, yabancı dil konusuna önem vermek ve sürekli haber kaynağı araştırmak gerekiyor.
Medya gibi zaman isteyen, ertelenemeyen ve yoğunluğu hiç azalmayan bir sektörde çalışıyorsunuz. Bu tempolu iş dünyasının dışına çıktığında Murat Çiçek nasıl bir hayat yaşıyor?
Gazetecilik 24 saat yapılan bir meslektir. Sürekli telefonu açık tutmak gelen bir çağrıyla gecenin bir yarısı haber peşine gitmek gerekiyor. Bu sebeple planlı bir hayat sürdüğüm söylenemez. Dolayısıyla gazetecilik mesleğini icra eden kişiler ailelerinden destek almadan bu mesleği sürdüremez. Çünkü tatil zamanları bile çoğu zaman işe gitmek durumunda kalınıyor. Tüm bu çerçeve içinde hayatımda iş haricinde elimden geldiği kadarıyla aileme vakit ayırmaya çalışıyorum ve fırsat buldukça spor yapıyorum; yürüyüş, yüzme, tenis gibi.
Dünya basınıyla Türk basınını kıyaslama yapsanız neler söylersiniz?
Gazeteciliğe başlarken özellikle üst kadroyu gözümüzde çok büyüttüğümüzü gördüm. Özellikle o insanlarla tanıştıktan sonra gerçekten işini hakkıyla yapanlar haricinde o kişilerin çok da saygı duyulacak, işini doğru yapan insanlar olmadığını gördüm. Ama dünya ve Türkiye medyasına bakıldığında özellikle gezi olaylarından sonra farklı bir medya oluştu. Cumhuriyet’in kurulmasıyla beraber her sektörden zümre oluşturuldu, bu zümre medya içinde geçerlidir. Türk medyasında sol ve solu temsil eden insanların sözlerinin kanun olduğu, hükümetler kurup hükümetler düşürdüğü zamanlardan geldik bu günlere. Bunların karşısına rakip olarak muhafazakar demokrat medya çıkmaya başladığı zaman alanlarını kaybetmeye başladığını fark ederek yazdıkları yazılar ve söyledikleri sözlerle ne olduklarını gösterdiler. Yazdıkları yazılarla ve yayınladıkları fotoğraflarla neyi söylemek istedikleri, neye yönlendirdikleri ve topluma ne manipüle edilmeye çalışıldığını anlattık. Biz yapılması gereken gazeteciliği yapıyoruz. Dört dörtlük değil, kendimi de katarak söylüyorum yanlış yaptığımız dönemler olmuştur. Ama en azından şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum ki; biz bunu onların yaptığı gibi içten pazarlıklı ve kasıtlı olarak yapmadık. Onlar olayları manipüle ederek, ülkeyi yönetmek adına kendi çıkarları için belli bir hedef doğrultusunda çalışıyorlardı. Bunun benzerleri yurtdışı medyalarında da görülüyor. Son dönemlerde terör örgütüne karşı operasyonlar gerçekleştiriliyor ve bu noktaya nasıl geldiğimizi de vicdanlı okurlar görüyorlar. Çözüm süreci adına kan akmasın diye hükümetin neler yaptığını, kan akmaması için diğer siyasilerin buna nasıl destek verdiğini ve vatandaşın bazı meseleleri nasıl sineye çektiğini hepimiz biliyoruz. Bu noktadan sonra içerideki gayri milli unsurların bu süreci baltalayarak Türkiye’nin istikrarına kastedecek hareket yapması artık kabul edilemez bir duruma ulaştı. Hükümet 90’lı yıllarda olduğu gibi Kürt kardeşlerimizi hedef alan hamleler yapmadı, hükümet sadece terör örgütlerini hedef almaktadır. Türkiye’nin temel taşlarını Türkler, Kürtler, Çerkezler, Lazlar oluşturmaktadır. Bu hassasiyet çerçevesinde yapılan hava operasyonlarının yurtdışına yansıması şu şekilde; “Türkiye IŞİD’i bırakıp neden Kürtler’e saldırıyor?” Ve bunu yapanlar büyük medya güçleri, bu ülkede Kürt kardeşimizin bombalanmadığını terör örgütleriyle mücadele verildiğini bilmemelerinin imkanı yok. Kasıtlı olarak öyle başlıklar atılınca operasyonel haber yaptıklarını çok rahat anlayabiliyorsunuz. Amaç konuyla ilgili kamuoyu oluşturmak, kendi ülkelerindeki bazı noktaları harekete geçirmektir. Durum bu olunca medyaya daha şüpheci yaklaşıyorsunuz. Artık bilgiye ulaşmak çok kolay, körü körüne hiçbir bilgiye inanılmaması gerekiyor. Gezi olaylarında bazı medya kanalları günlerce canlı yayın yaptılar, aynı medya kanalları Amerika’daki siyasi ayaklanmada hiçbir haber yapmadılar. Bu kanalların Türkiye bölgesinde çalışanları size gazetecilik dersi verirken aynı zamanda kendi devletlerinden aldıkları emirler doğrultusunda hareket ediyorlar. Bu medya grupları 2000’li yıllara kadar amaçları doğrultusunda kendilerini göstermek istedikleri şekilde gösterebildiler. Fakat bundan sonra özellikle AK Parti iktidarından sonra gerçekte nasıl çalıştıklarını çok iyi gördük. Tüm bunlardan sonra yapılacak mesele en azından doğruları anlatabilmek, neyin ne olduğunu gösterebilmektir. Halkın haber alma özgürlüğünü, halkı manipüle etmek adına kullanmak engel olunması gereken bir durumdur.
Sosyal medyayı aktif kullanan ve takipçi yoğunluğu olan herkes gündemi değiştirebiliyor veya kasıtlı-kasıtsız “yanlış yönlendirme” yapabiliyor. Basının vazgeçilmez isimlerinden biri olarak bu konudaki düşünceleriniz neler?
Kontrolsüz güç çoğu zaman güç değildir. Sosyal medya da böyledir. Sosyal medyayı aktif olarak kullanmama rağmen, haber kaynağı olarak görmüyorum. Çünkü okuduğunuz bir yazıdan çok, kimin yazdığı çok daha önemlidir. Her kesimden birçok sahte hesap var, bu sebeple okunan ve yayılan bilginin doğruluğunu sorgulamak gerekir. Sosyal medya dünya hızına nazaran Türkiye’ye geç ulaştı, bir nevi arayı kapatmak için hızlı bir şekilde kullanılmaya başlandı. Fakat sosyal medya bilinçsiz kullanımla bilgi kaynağı değil, bilgi çöplüğü oldu. Farklı ülkelerde birçok düzenlemeler yapıldı. Bu durum bizim ülkemizde olduğu zaman sansürcü hükümet damgası vuruluyor. Bilgi çöplüğü ve karmaşık durum engellenemiyor. Sahte hesapla yalan yanlış birçok bilgi yayılıyor ve insanların özgürlük alanı kısıtlanıyor. Bunu engellemek gerekir, bunun adı sansürcülük de değildir. İfade özgürlüğünü kısıtlamayacak şekilde, kişilik haklarına saldıran gölgeleri engellemek gerektiğine inanıyorum.
Türkiye denilince şu an gözünüzde nasıl bir kare canlanıyor? Ve Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
2000 öncesi ve sonrası olarak Türkiye’yi değerlendirmek gerekir. 2000 yılından sonra dönemin egemen güçleri karanlıklar içerisindeki vesayet odaklarının yok edilmeye çalışıldığı, ülkenin milli menfaatlerine uygun şekilde hareket edildiği ve düzenlemeler yapıldığı bir dönemden geçiyoruz. Türkiye, Osmanlı imparatorluğu bakiyesi bir ülke, bunu Türkiye’nin yeniden imparatorluğa dönmesi manasında söylemiyorum. Ama, tarih için çok kısa sayılabilecek bir 100 yıl öncesine kadar Ortadoğu’ya hakim bir ülkeydik. Bunun bilinciyle hareket eden bir ülke var. Cendere içerisinde kalmamızı isteyen bir yönetim vardı, bir de “hayır kardeşim biz bu bölgeye etki edebilecek güçlü ülkelerden biriyiz” fikriyle hareket eden yönetim geldi. Birinci grup İnönü dönemi, İkinci grup Menderesle başladı, kısmen Demirel ile ve Özal’la devam etti. Ve şimdi AK Parti ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la devam ediyor. 2002 ile birlikte bölgede söz sahibi olma anlamında giydiği gömleği dar bularak “bölgenin kaderinde söz sahibi olabilen bir ülke olmalıyız” fikriyle hareket ediyoruz. Bununla ilgili düzenlemeler ve yatırımlar yapılıyor. Bir yandan da bu dünyanın egemen güçleri var, Cumhuriyet dönemiyle beraber dışarıya kafa uzatmamanız için iç karışıklarla oyalanan bir ülkeyken, masa kuruluyorsa ve kartlar dağıtılıyorsa masada benim de olmam lazım diyen bir ülke var. Bu durum egemen güçlerin çok kolay kabul edebileceği bir durum değildir. Bu bölge petrol ve enerji yatağına sahip bir bölge, dolayısıyla egemen güçler tek başınıza hareket etmenizi istemez fakat AK Parti bu mücadelenin içindedir. Kimse dört dörtlük değildir bunları yaparken çeşitli hatalar yapılmış olabilir ama ben bu ülkenin vatandaşı olarak şuna inanıyorum; bu hükümet ülkenin milli menfaatleri uğruna egemen güçlerle çok ciddi mücadelelere girdi. Bunu yaparken hatalar yapmış olabilir, hataları kasten veya kendi menfaatleri için yapmadı. Politika böyle bir şeydir, zaman zaman dost veya düşman olursunuz, ülkeler politikası böyledir ama en azından Türkiye dış politikada ilkeli bir siyaset yapmaya gayret gösteriyor. Bu sebeple tabii ki birçok engel çıkacaktır. Olaylar batı kamuoyuna ve iç kamuoyuna farklı şekilde yansıtılması kaçınılmaz olacaktır. Medya zaman zaman ülkenin hakimiyet alanlarını genişletilmesi veya kısıtlanması için kullanılan bir araç haline gelmiştir. Esas sıkıntıların Türkiye’nin “bu bölgede söz sahibi olacağım” demesi üzerine başladığına inanıyorum.
Çoğu insanın aksine oy verdiğiniz ve desteklediğiniz partiyi açık yüreklilikle dile getirmekten çekinmiyorsunuz. Neden?
Bu hususlarda yaklaşık 90 yıldır hemen her noktaya hâkim olan bir zihniyetin karşısında sürekli ezilmenin vermiş olduğu psikolojiyle hareket eden muhafazakar demokratlar vardı. Yeni nesil bizler ve bizim çocuklarımız böyle değil. Eski Türkiye ve eski egemen güçlerin söz sahibi olduğu bir Türkiye yok artık. Kendi fikirlerini söyleyebilen, muhafazakar demokrat olmaktan çekinmeyen ve bunu dillendirmekten çekinmeyen güçlü bir kalabalık var. Zaten çekinmem gereken hiçbir durum yok. Diğer kesimlerde seslerini yüksekçe dile getiren insanlar var. CHP’de milletvekili olan gazeteciler var, seçim dönemlerinde basın danışmanlığı yapan gazeteciler var, CHP’nin seçim otobüslerinden inmeyip onlarla ilgili haberleri çarpıtarak yansıtan, 10 kişilik kalabalık için “ binlerce kişi geldi otobüsümüz geçemedi” diyen ve bundan utanmayan insanlar var. Benim ülke hayalime hizmet eden AK Parti’yi desteklememi söylemekten neden çekineyim? Desteklemiyorsam bunu da dile getirmekten çekinmem. Bu ülkede seçim öncesi HDP’yi destekleyen ve bunu gururla söyleyen sanatçılar vardı, gerçi şu anda pişmanlıklarını dile getiriyorlar. HDP’yi destekliyorum diyen sanatçıyı alkışlarken, AK Parti’ye şu gerekçelerle oy veriyorum diyen sanatçıyı mahalle baskısıyla boğmaya çalışıyorlar. Bunun için yapılacak tek bir yöntem var; direnmek ve ciddiye almamak. Bu mahalle baskısının örnekleri çoktur; Orhan Pamuk AK Parti’nin attığı demokratik adımlara destek veren bir cümle söyleyince mahallesinde Türk düşmanı ilan edildi. 8 sene önce yazdığı kitaptan dolayı Türk düşmanı ilan edilen Orhan Pamuk, ne zaman ki bu işten döndü baş tacı oldu. Bu durumları ortaya çıkarttığımız zaman da bize kızıyorlar. Dolayısıyla hiç ezik durmaya gerek yok, konuyla ilgili kendimizi sıkıntıya soktuğumuza inanmaya gerek yok. İnsanlar çok rahatlıkla fikirlerini dile getirebilirler.
Yolun daha başında olan veya eğitimini alan genç medya mensubu arkadaşlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Seviyorlarsa bu işi yapmalılar. Meslekle ilgili sıkıntılar yok değil, diğer mesleklere göre iş yoğunluğu fazla ve gelir seviyesi düşük. Ama sevildikten sonra yapılabilecek bir iş. Sahip olmaları gereken temel özellik çok bilgi sahibi olmaları, çok okumaları ve birkaç yabancı dil bilmeleridir. İngilizce artık herkesin bilmesi gereken bir dil, şu an yoğunlukla ihtiyaç duyulan Arapça ve Çince öğrenmelerini tavsiye ediyorum.
Röportaj: Soner KARTAL