BEZ BEBEK
Ayşe Gözel/Taşdelen
Babası kendisini nüfusa kaydettirmediği için gerçek yaşını bilmeyen Ayşe Teyze, Kars’ta doğup, büyür. Kendisi gibi Kars’ta doğan eşi İsmail Amca ile evlenir. İlk iki çocuğunu Kars’ta dünyaya getirir, ancak bu sırada hala nüfusa kaydı yapılmamıştır. Ne zaman ki kalkıp İstanbul’a gelip resmi nikâh kıymaya karar verirler, işte o zaman nüfus kaydı yapılır Ayşe Teyze’nin. Bu tarihe göre şimdilerde 69 yaşındadır Ayşe Teyze..
Hiç okula gitmemiş Ayşe Teyze, hala da okuma yazma bilmiyor. Çocukluk zamanının imkânsızlıklarından dolayı okuyamamış olmasını öyle içten anlatır ki bize:
“Okul var idi zamanımızda ama defter kalem yoğ idi, kitap yoğ idi, fakirlik var idi. Defter kitap alamadık ki gidesin okula. Hani kitap? Bi tane erkek kardeşim vardı onu okuttuk sadece.”
Babası da erken yaşta vefat edince evin en büyük çocuğu olarak annesiyle beraber kardeşlerine bakmak zorunda kalır. Çocukluğunu tam olarak yaşayamayan Ayşe Teyze kara lastik, çarık giydikleri o dönemlerde oynamak için oyuncak olmadığından, kendi oyuncaklarını kendileri yaparlarmış. Bezden bebek dikip, içini doldurup onunla oynarlarmış. Şanslı günlerinde ise şehirden gelen üç beş oyuncak..
Televizyon radyo olmadığı için köylerinde en büyük eğlenceleri yaşlıların anlattıkları hikâyelermiş. Onların yanına gider yalvarırlarmış hikâye anlatmaları için. Onlar da çocukları kırmayarak, bildikleri en güzel hikâyeleri anlatıp çocukları gizemli dünyalarda yolculuklara çıkarırlarmış.
Çocuk denilebilecek yaşta evlendiği İsmail Amca kendisinden 5 yaş büyüktür. Evlendikten iki yıl sonra eşi askere gidip, iki yıl sonra ancak döner. Evliliklerinin ilk yıllarında yaşadığı problemleri eşinin desteğiyle aşmaya çalıştığını hatırlayan Ayşe Teyze, köy yaşamına dair her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyor şimdi. Düğünleri, elbiseleri, komşularını, çocukluk arkadaşlarını… Onları anlatırken de özlemle anlatıyor, adeta iç geçiriyor.
Bir kış günü eşi gelip İstanbul’a göç edeceklerini haber verir Ayşe Teyze’ye. Karda kışta nereye gideceklerini sorup eşini vazgeçirmeye çalışsa da başarılı olamaz. Sırtlarında bir kat yatak, heybelerinde dört beş kap kacak ile düşerler karı koca İstanbul yollarına.. Trenle geldikleri İstanbul yolculuğu üç gün sürer ve ilk olarak Alemdağ’a yerleşirler. Eşi bir müddet Alemdağ’da çalıştıktan sonra Taşdelen’de bir çiftlikte bekçilik işi bulur. Böylece at arabasına yükledikleri eşyalarla hep birlikte buraya taşınırlar. Ancak sessiz sedasız bu çiftlik Ayşe Teyze’yi fazlasıyla korkuttuğu gibi anılarında da şu cümlelerle ifadesini bulur:
“Orada yukarda Allah, aşağıda bizlen orman, çakallar..”
Taşdelen’e ilk geldiklerinde fazla ev olmadığını köyün içinde 30 civarında ev olduğunu, elektriğin ise çok sonraları geldiğini anlatır Ayşe Teyze. İçme suyu ise evlerde hiç yokmuş o zamanlar. Bir kaç kadın toplanıp sabah namazında su getirmeye çeşmeye giderlermiş. Alabildiğine arazi olan bu bölge ve yakınlarında yerleşim çok azmış, hatta Yenidoğan’da sadece üç tane ev varmış. Gerisi ormanlık.. Bu bölgelerde domates, mısır, fasulye, biber gibi sebzeler yetiştirilirmiş.
Sessiz sedasız bu topraklarda çarşı pazar da haliyle yokmuş. Ayşe Teyze’nin ağzından bu durum şöyle açıklanır:
“Çarşı pazar yoh. Hangi çarşı pazar. Hasta olacaksın canın bir elma isteyecah portakal isteyecah. Yoğ idi ki pazar. Gidecahsın Üsküdar’a. Cuma günü gidecen Üsküdar’a.”
Bütün sıkıntısını derdini beraber çektikleri İstanbul yaşamının keyfini, eşiyle beraber sürmek nasip olmamış Ayşe Teyze’ye. Yeni taşındıkları evde üç-dört ay oturmuşlar, sonra eşi kalp krizi geçirmiş ve hastanede vefat etmiş. Çok sevdiği eşini on altı yıl önce kaybetmenin acısını hâlâ taptaze yaşıyor Ayşe Teyze..
İstanbul’un zorlu şartlarında yetiştirdiği çocuklarıyla olan münasebetlerini ise şu sözlerle anlatıyor:
“Çocuklarla aram iyidir. Hele hepsi evli barklı çoluk çocuk sahibi. Daha benim yüzüme karşı daha bir kötü laf dememişler.”
Şimdiki gençlerle ilgili ise biraz sitemkâr. Onlar için üzülüyor. Yokluk görmeden yetişen bu neslin alışverişte sınır tanımayışını hayretle karşılıyor:
“Şimdi bir çift ayakkabının yerine on çift ayakkabı var. Elbise zaten bir giyiyor sıkılıyor.”
Ayrıca her şeyin makinelerle yapıldığı şu günlerde yaşlılara hizmet etmeyi kendilerine bir zorluk addeden gençleri düşününce aklına kendisinin karda kışta eliyle yıkadığı onca çamaşır geliyor. Bir gün çiftliğe süt almaya gelen kadının şaşkınlık dolu sözünü hatırlamadan geçemiyor.
“Kız sen bu çamaşırları elle mi yıkadın makineyle mi?”
Gençlere çok önemli bir öğüdü var Ayşe Teyze’nin:
“Gençlere diyecem ki: Yaşlılara baksın. Yaşlıların kârı var zararı yok. Onlara ne kadar hürmet etseler ilgi gösterseler, onların ki de onlara aynısını yapar.”
Ayşe Teyze’nin Kars’ın zorlu şartlarında başlayan hayat mücadelesi hiç bilmediği bir memlekette, İstanbul’da devam etmiş. Sürekli badirelerin yaşandığı hayatı bu günlerde sakin olsa da geçmişin yorgunluğu hissedilmiyor değil..