Ayla filmi hakkında bir şeyler yazmak binlerce ayrı duygu ve düşünceyle karşılaşmak anlamına geldi, benim için. Savaş ve sevgi, savaş ve dostluk, savaş ve emperyalizm, savaş ve arayış ve daha onlarca savaş olgusunun yanına ekleyebileceğimiz duygu ve düşünce…
Belleğimiz bugüne kadar batı sineması ve batılı senaristlerin hayal dünyaları tarafından dolduruldu. Hep onların hikâyeleri, onların hayata bakışları, onların ev mimarileri, onların savaşları, onların aşklarıyla beslendik. Doksanlı yılların ortalarında gösterime giren Eşkıya filmi ilk defa bizim hikâyelerimizden beslenen bir film olarak bizi heyecanlandırmıştı. Eşkıya’yı izleyince sinemamız kendine özgü, yerli, bu toprakların hikâyelerinden oluşan bir dil oluşturabilir mi acaba diye düşünmüştüm. Eşkıya teknik olarak batılı olsa da anlatılan hikâye ve izleyiciye aktarılan ruh yerliydi. Eşkıya’nın hikâyesi bu topraklara ait masallardan ve efsanelerden derlenmişti. Biz biliyorduk ki bizim sinema sanatıyla dünyaya anlatacak hikâyelerimiz, bu sanatla aktaracağımız insani duygularımız çoktu. Her şeyden önce köklü bir tarihimiz ve bu tarihin beslediği binlerce özgün hikâye ve olaylar dizisi mevcut kaynaklarımızda. Anadolu ve çevresiyse bu anlamda yüzlerce ayrı kültürün birleşip bir arada yaşadığı münbit bir coğrafya olarak karşımızda durmaktadır.
Ayla filmini dönemin zor şartlarında ortaya konan, kalbimizi ısıtan insani bir hikâye olarak izlemek gerekir. Hikâyenin sıcaklığına Fahir Atakoğlu’nun muhteşem müziği ayrı bir ruh katıyor. Haliyle filmin her karesinde izleyiciye hangi duygunun verilmesi gerekiyorsa o duygu, görselliğin yanında enfes bir müzik ile birlikte aktarılıyor. Sinemamızın güçlü oyuncularından Çetin Tekindor, Altan Erkekli, İsmail Hacıoğlu, Ali Atay gibi isimler bu sahnelere oyunculukları ile ayrı bir anlam katıyor. Yaşadığımız coğrafyadaki savaşlar izleyicinin zihninde binlerce ayrı savaş hikâyesini bu film ile bir kez daha canlandırıyor.
Savaşın ortasında ölmek üzereyken bulunan bir çocuk ile bir Türk askerinin hikâyesini anlatan film, merhamet adlı çınarın gölgesinde büyüyen bir toplum için zaten olması gereken, doğal bir davranış olarak algılanıyor. Ayla’nın bu hikâyesi görüntü, ses, müzik, oyunculuk ile görsel ve işitsel bir sanata/şölene dönüştürülüyor, usta ellerde. Süleyman Astsubay’ın Ayla ile gönülden kurduğu bağ bu toplumun vicdanının bir yansıması olarak izleyici ile buluşuyor.
Kısaca söylemek gerekirse Ayla filmindeki gerek “Er Ryan’ı Kurtarmak”ı aratmayan savaş sahneleri, gerek müziği, gerekse oyunculuklardaki başarı sinemamızın geldiği noktayı görmek açısından büyük önem arz ediyor.
SALİH GEBEL